Ay biz neden aşk yaşayamıyoruz
Yiğit Güralp
Son Köşe Yazıları

Ay biz neden aşk yaşayamıyoruz

04.11.2025 04:00
Güncellenme:
Takip Et:

Son yıllarda kendinizi; “ülkede ve dünyada yanlış giden şeylere yeterince ses çıkaramıyorum” diyen bir suçluluk duygusu içinde yakalıyor musunuz? O kadar meşgulüz ki, hiçbir şeye geri dönüp tepki bile veremiyoruz. Ya da belki bu kadarını bile düşünmeye vaktiniz kalmıyordur. Çünkü kapitalist sistem sadece cebimizdeki paramızı, tasarrufumuzu ya da emeğimizi çalmakla kalmıyor tüm bunlarla beraber vaktimizi de çalıyor.

 

Sadece itiraz kültürü mü, şeytanın aklına gelmeyecek bir detay daha var. Uzun konuştuğumuz her sözün tek kelimelik özeti olan kapitalizm zamanımızı manipüle ederek bizi aşk yaşamaktan bile alıkoyuyor. Gelin size nedenini ve nasılını anlatayım.

 

Sisteme karşı koyamayışımızın en büyük nedenlerinden biri onun parçası haline getirilmemiz.

Yıllar önce Netflix’in CEO’su “Tek rakibimiz uykuda geçen zaman,” demişti. Yani dijital dünyanın markaları; 24 saatlik zaman tarlasının her dakikasına içerik ekmek istiyorlar. Karşılığında ilgi bekliyorlar. Bu alışverişin sonucunda bir meşguliyet yaratılıyor.

 

Bir an için sağlıklı düşünmeyi ve “ne yapıyoruz yahu biz?” diyerek kendimize gülmeyi deneyelim. Geçen hafta sonu yeni yüklenen bir dizinin sekiz bölümünü birden bir oturuşta bitirmek için o dijital platformda bordrolu emekçi olarak işe falan mı alındınız? Hayır. Para almadığınız gibi üstüne para ödüyorsunuz.

 

Her hafta her platformda yeni bir şeyler yükleniyor. İzlemezseniz üst üste yığılıyor. “Onu da bunu da izlemem lazım” diye üzerinizde oluşan strese ne demeli? Bunları bu şekilde takip etmek için mafyaya borç senedi mi imzaladınız? O da değil. Baskının asıl odağı sosyal çevrenizde “nasıl izlemezsin, mutlaka izle” sohbetlerinde kendinizi öteki gibi hissetmek istememeniz.

 

İşte kapitalizm böyle çalışır. Üstümüzde dolaylı stres kurar ama biz tüm davranışlarımızı kendi rızamızla tercih ettiğimizi zannederiz. Sistem bize “kişisel gelişim” gibi ilk bakışta gayet sağlıklı bir fikir gibi görünen bir paketle gelir. Bu paketi benimsediğimizde artık hayatımıza “bir yapılacaklar listesi” girer. Sabah erken kalk, şu kadar dakika sıcak şu kadar saniye soğuk duş al, podcast dinle, spora git, terapide travmalarını çöz, yogayı aksatma, protez tırnaklar yapılacak, berberdi, kürek takımıydı, nefes egzersiziydi, ses terapisiydi derken evde kalan zamanda dijital platformda bir oturuşta birkaç bölüm dizi izle. Kendimizle o kadar meşgulüz ki bizden başka kimseyle ilgilenmeye fırsat kalmıyor. Bir diğer deyişle ilişki yaşamaya zaman yok.

 

Bu yaşam biçimi örneklerinden baktığımızda “tek rakibimiz uykuya ayrılan zaman” diyen ticaretin aşka ayrılan zamanı kendilerinden çalınmış saymaları şaşırtıcı mı?

 

Diyelim ki bu meşguliyet içinde biriyle aranızda romantik bir titreşim yakaladık. Onunla hangi aralıkta buluşup birbirimizi tanıyacağız? Birbirini tanımak zaman ve emek ister. Bizimse en fazla bir kahve içimi zamanımız var. Kahveler içiliyor sonra o evine biz evimize gidiyoruz. Sonra belki yemek belki bir etkinlik en çok mini bir ortak tatil. Sonra hepimiz kendi meşguliyetimize daha doğrusu kendi yalnızlık alanlarımıza dönüyoruz. Bu kadar az zaman eşittir yüzeysellik. Yüzeysellik eşittir derinlikli olamamak. Derinlikli olmayan her şey ise bağ kurmamak demek.

 

Zaten sistem de örtülü bir şekilde bunu aşılıyor. Kendine yatırım yap, sınır koy, toksik ilişkilerden uzak dur. Hepsi kulağa sağlıklı geliyor ama sonunda hep aynı yere çıkıyoruz: Bağ kurmayan ama iyi görünen yalnız birey.

 

Elbette hem erkekte hem kadında, iyi niyeti suistimal eden çok acı tecrübeler yaşandı. Hepimizin yaraları var ve o yaraları göstermemek için de derinlikten değil yüzeysellikten yanayız. Çünkü yarasını göstermek zayıflık, çıplaklık sayılıyor. Ve kimse artık o kadar çıplak kalmak istemiyor. İki saat flört edip evlere dağılıyoruz çünkü daha fazlası derin bir bağ kurmak demek. Kendimizi korumaya çalışırken duvar örüyoruz ama o duvar bizi korumaktan çok birbirimizden ayırıyor.

 

Birbirimizden ayrılmak derken en önemli detayı unuttuk. Yukarıda birbirine yakınlaşan bir çiftin yüzeysel de olsa zaman geçirebildikleri bir ihtimalden söz ettim. Ancak kızların kızlarla, erkeklerin erkeklerle takıldığı gerçeğini denkleme eklemedim. Her cinsiyet kendi cinsiyetiyle takılıyor. Haftanın belirli günlerinde kahvaltıda, şarap akşamında, kafede, doğum gününde, kahvede, maçta, doğum gününde. Ve bu gruptaki kişilerin her biriyle arayı çok açmadan sürdürülebilir bir sosyalleşme rutini kurarken de yine karşı cinsteki o hoş kişiye bir türlü sıra gelmiyor.

 

Bu kabilecilik bir yandan da yeni tip bir muhafazakarlık. Kız grubu, erkek grubu, ofis çetesi, WhatsApp dedikoduları… Özünde paralel bir aile yarattık ve artık anne-baba değil, o gruplar “onay merci.” Özgürlük sandığımız şey, aslında denetimin biçim değiştirmiş hali. İlişkiye başlamadan önce onlardan fikir alıyoruz, ayrılırken onlara danışıyoruz. Hepimiz arka planda karşı cinsin kabilesi içinde de görücüye çıkıyoruz. O grupta biri hasetse, o ilişkinin temeline taş bile koyabiliyor.

 

İnsan sosyal bir canlı ama bunu yanlış anladık. Bu yeni kabilecilik, sosyalleşmenin modern biçimi gibi görünse de aslında yalnızlığın örgütlenmiş hali, yani çoğul yalnızlık. Kabilemiz doğum gününde bizimle selfie çekiliyor, sonra eve dönünce herkes yeniden yalnız. Kızlar kendi aralarında, erkekler kendi aralarında dertleşiyor. Ve dert hep aynı: “Ay biz neden aşk yaşayamıyoruz?”

 

Çünkü artık aşk bile algoritmanın elinde. Kiminle tanışacağımıza uygulamalar, kiminle devam edeceğimize takvim karar veriyor. Aşk bir his değil bir deneyim alanı; story’si olmayan bir ilişki yaşanmış sayılmıyor. Bir ilişkide sorun çıktığında “travmalarını iyileştir, kendini sev, alan aç” diyorlar. Oysa sorun bireysel değil, yapısal: Neoliberalizm, nasıl aşk yaşayacağınıza da gerekirse yaşamayacağınıza da kendi karar veriyor. Biz kendimiz istedik sanıyoruz.

 

Bazılarınız diyecek ki: “Yiğit, sen de oturduğun yerden dünyayı yorumluyorsun; bunlar seni bağlar.” Onlara küçük bir müjdem var. Bu yazı yaptığım çoğu okumada dünyada da pek çok düşünürün aynı sonuçlara vardığını görmemle ortaya çıktı. Size onlarca alıntı verebilirim ama yazıyı uzatmamak için yalnızca iki çarpıcı örneği paylaşmak istiyorum.

 

Filozof Byung-Chul Han, neoliberal çağın insana yaptığı en büyük müdahalenin “ötekini kovmak” olduğunu söylüyor: “Artık birlikte yaşamak değil, kendi yankında yaşamak teşvik ediliyor. Çünkü tüketim, yalnız bireyde daha kolay çalışır.”

 

Kültür kuramcısı Mark Fisher ise modern kapitalizmin bireyi yalnızlaştırarak yönetmenin en etkili yolunu bulduğunu söyler: “Yalnızlık artık psikolojik bir arıza değil, ekonomik bir gerekliliktir.”

 

Yani mesele sadece Türkiye değil; sistem, dünyanın her yerinde aynı akılla işliyor. Peki sistem neden sadece sevgiliye ayrılan zamanı sabote ediyor da kız grubuna, erkek grubuna, bu grupların kendi aralarında maç ve kafe buluşmalarına karışmıyor? Çünkü bu sosyalleşme biçimleri sistemi tehdit etmiyor, tam tersine besliyor.

 

Birlikte kahve içiliyor, yeni mekan deneniyor. Hepsi ekonominin döngüsüne hizmet ediyor. Ama bir çift evlense, evde yemek yapsa, çocuk yapsa, sistemin çarkı yavaşlıyor. Aile, tüketimi değil paylaşımı öğrenir. İki maaş birleşir, tasarruf başlar, dışarıda yemek yerine evde sofra kurulur. Evlenmek, sistem için pazar dışına çıkmak gibidir. Kısacası kapitalizm için en büyük kabus: iki kişi ama tek alışveriş sepeti.

 

Bu yüzden bireysel ilişkiler bozuldukça piyasa nefes alıyor. Sistem çocuk sahibi olmayı değil, ürün çeşitliliğini teşvik ediyor. Çünkü çocuk demek ürün yelpazesindeki ticareti sadece çocuk ürünlerine indirgemek demek. Kendin için almayıp, çocuğun için almak yani tasarruf demek; tasarruf demek tüketimin yavaşlaması demek.

 

Ama burada Recep Tayyip Erdoğan’ın “evlenin, çocuk yapın, nüfus azalıyor” anlayışını savunduğum sanılmasın. Burada dikkat çekmek istediğim tablo, sistemin çocuk fikrini neden ekonomik bir tehdit olarak gördüğüyle ilgili. Ayrıca bu kadar kaynak sorunu yaşanan bir dünyada, çocuk yaparken iki kere düşünmek aslında fena bir sorgulama da değil. Ancak bireysel sandığımız tercihler bir manipülasyon mu buna karşı artık daha bilinçli olmak bu yazının asıl kökü.

 

Yazımın başından beri aklınızda oluşan, “iyi de sistemin bize ne garezi var da bizi yalnız bırakıyor ya da hem cinslerimizle örgütlüyor” sorusunun cevabı kafanızda oluşmaya başlamıştır. Biraz daha açarak toparlayayım.

 

Neoliberalizm için mesele çoğalmak ya da azalmak değil, tüketimin sürmesi. Bir insan aile kurduğunda, kapitalizmin dengesi bozulur. Çünkü aile, tüketimi değil paylaşımı öğrenir. İki maaş birleşir, tek mutfak kurulur, tek televizyon alınır, aynı yorgan paylaşılır. Bu yüzden modern insan görünürde özgürleştirilirken gerçekte yalnızlaştırılıyor. Yalnız birey sistemin gözünde en ideal tüketici; çünkü her şeyi kendi için alır, her şeyi kendi için öder.

 

Kutuplaşma da bu yalnızlaştırmanın bir aracı. Böl ve yalnız bırak ki tek tek avlayabilesin. İki kişi yan yana gelirse direnir o yüzden büyük bir yalnızlık inşa edilmelidir. Birbirine güvenmeyen insanlar daha kolay yönetilir. Görünürde özgür, gerçekte kuşatılmış olmamız bu yüzden. Modern yalnızlık, piyasaların en kârlı yatırımı. Çünkü yalnız birey daha çok çalışır, daha çok harcar, daha az sorgular. “Bir elin nesi var iki elin sesi var” sözündeki ses hiç çıkmasın isteniyor.

 

Ve belki de erkekle kadının son yıllarda bu kadar kolay düşmanlaştırılmasının nedeni de bu. Birbirine yabancılaşmış iki cins, sistem için en kolay av. Tüm kutuplaşmaların neoliberalizme eşlik etmesi, aşağılık komplekslerinin nasıl örgütlendiğiyle birlikte tamamen başka bir yazının konusu.

 

Kasımda aşk başkadır paylaşımlarının başladığı bu günlerde ben de kasım ayına aşktan söz ederek girmek istedim. Ya da bu yazının özüyle açıklarsak herkes aynı diziyi izlerken ben başka bir hikaye anlatmak istedim: Aşk hâlâ mümkün, ama sistemin bu manipülasyonu dışında kalmayı göze alanlar için. Çünkü aşk planlanmaz, optimize edilmez, programlanmaz. O yüzden bu çağın en büyük direnişi belki de hâlâ budur: birine vakit ayırabilmek.

 

Derinlikle ve aşkla kalın.

Yazarın Son Yazıları

O da tasalanıyor

Bir yılı daha bitirdik.

Devamını Oku
16.12.2025
What If evreninde Mustafa Kemal

Bugün 10 Kasım 2025 pazartesi. Mustafa Kemal, her zamanki gibi erkenden uyandı.

Devamını Oku
10.11.2025
Ay biz neden aşk yaşayamıyoruz

Son yıllarda kendinizi; “ülkede ve dünyada yanlış giden şeylere yeterince ses çıkaramıyorum” diyen bir suçluluk duygusu içinde yakalıyor musunuz?

Devamını Oku
04.11.2025
Grok yerine Atatürk'e sor

Grok yerine Atatürk'e sor

Devamını Oku
29.10.2025
Dalgaların altında kalmadan yaşamak

Yaz boyu çarşaf gibi duran deniz, Ekim rüzgârlarıyla birlikte çalkalanmaya başladı. Bu mevsimde denize baktığımda maalesef kafamın içinde yankılanan şu cümle huzurlu düşüncelerimi darmadağın ediyor: “Ülkemiz yine çalkantılı ve zor bir dönemden geçiyor.”

Devamını Oku
21.10.2025
İçi dolu dostluklar

İçi dolu dostluklar

Devamını Oku
07.10.2025
Prezerve Deniz Savaşları

Prezerve Deniz Savaşları

Devamını Oku
23.09.2025
Ben ölmeden önce

Ben ölmeden önce

Devamını Oku
09.09.2025
Filika

Hayatımız seçimlerden oluşuyor. Bazen öyle zor iki tercih arasında sınanıyoruz ki karar vermek hiç kolay olmuyor.

Devamını Oku
26.08.2025
Süpermen'in Silivri günleri

2025 yazında sinemalarda en çok sevilip konuşulan filmlerin başında yeni “Superman” filmi var.

Devamını Oku
12.08.2025
Romantik komedilerin sonu

İktidar cephesinin, dünyanın en kanlı terör örgütüyle geldikleri son noktaya baktığımızda çoğumuzun aklına gelen ortak yorum “biz bu filmi daha önce görmüştük” oluyor.

Devamını Oku
29.07.2025
Artık ömürler uzadı şekerim

Artık ömürler uzadı şekerim

Devamını Oku
04.06.2024
İnsan açlıktan mı ölür?

İnsan açlıktan mı ölür?

Devamını Oku
21.05.2024
Yaşamanın yeni bir yolu

Yaşamanın yeni bir yolu

Devamını Oku
07.05.2024
Çocuklarımız ne okumalı?

Çocuklarımız ne okumalı?

Devamını Oku
23.04.2024
İyi şeyler birdenbire olur

İyi şeyler birdenbire olur

Devamını Oku
09.04.2024
Sırası mı şimdi?

Sırası mı şimdi?

Devamını Oku
26.03.2024
Anlıyormuş Gibi

Anlıyormuş Gibi

Devamını Oku
12.03.2024
Herkes için yaratıcılık

Herkes için yaratıcılık

Devamını Oku
27.02.2024
Yazma aşkı

Yazma aşkı

Devamını Oku
13.02.2024
Uzaya çıkmadan önce

Uzaya çıkmadan önce

Devamını Oku
30.01.2024