Zeynep Oral
Zeynep Oral zeynep@zeyneporal.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Sedef Kabaş’tan mektup var

10 Mart 2022 Perşembe

Hafta boyunca 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü bahane edip bol bol eşitlik, laiklik, insan hakları, kadın hakları mücadelemizi sürdürüyoruz. Önceki gün Kartal’da, dün Çiğli’de birazdan İzmir’in farklı ilçelerinde kadınların eşitlik ve demokrasi mücadelesini tartışacağız... Bütün bu toplantılarda hep ama hep Sedef Kabaş’ın adı geçti. Ona, “Yalnız değilsin” diye seslendik.

 Yarın 11 Mart, haksız yere hapsedilen Sedef Kabaş yine duruşmada olacak. Bugün bu köşeyi, onun bana yazdığı mektuba bırakıyorum:  

***

“Çok Sevgili Zeynep Hanım,

Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’ndeki hücremde okuduğum ‘Sedef Kabaş’a mektup...’ başlıklı köşe yazınız, ayazın içinizi titrettiği koyu bir kış akşamında şöminenin çıtır çıtır yandığı bir ortama girdiğinizde sizi kucaklayıp sarmalayan sıcaklık gibi ısıttı yüreğimi...

Yazınız sonrası şöyle düşündüm: Ne mutlu bana ki şu hayatta sizin ve Nilgün Cerrahoğlu gibi basın dünyamızın divalarının desteğini hak edebilmişim; ne büyük kıvanç ki ‘Hocaların hocası’ Prof. Nermin Abadan Unat ve dünyaca tanınan Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ gibi Cumhuriyetimizin kurucu nesillerinin takdirini kazanabilmişim...

Sizin vesileniz ile bu süreçte beni yalnız bırakmayan, amasız/ fakatsız arkamda duran, meselenin elbette bir atasözü ya da iddia edildiği gibi bir ‘hakaret’ olmadığının gayet bilincinde olan, her türlü baskı, sindirme ve ötekileştirme politikasına rağmen güçlü bir dayanışma ve kararlı bir direniş ortaya koyan herkese hem şahsım hem ülkem adına ayrıca teşekkür ederim.

Farkında mısınız, nicedir birileri hayatımızın mülki amiri gibi davranıyor.

Ne yiyip ne içeceğimize,

Ne giyinip nasıl hareket edeceğimize (kahkahalarımız dahil),

Ne zaman sokağa çıkıp saat kaça kadar müzik dinleyeceğimize,

Hangi yaşta evlenip kaç çocuk yapacağımıza,

Okuyup okumayacağımıza; okursak neyin ‘sakıncalı’ neyin ‘zorunlu’ olduğuna,

Çalışıp çalışmayacağımıza; çalışırsak kimden izin alacağımıza,

Neye inanıp nerede ibadet edeceğimize,

İnandığımızın ‘kutsal’ olup olmadığına (ve hatta din olup olmadığına),

Oyumuzun ‘sevap’, oy verdiğimiz partinin meşru olup olmadığına,

Hatta bizim millet mi, yoksa ‘zillet’ mi olup olmadığımıza,

Neyi izleyip hangi kanaldan, hangi haberleri alacağımıza,

Hangi yalanların ‘gerçek’, hangi gerçeklerin ‘yalan’ olduğuna,

Ne düşünüp (atasözleri dahil) ne konuşacağımıza karar veriyorlar.

Ahlaksız’,‘suçlu’, ‘hain’, ‘kâfir’, ‘ayan’, ‘terörist’ olup olmadığımızın ilanına kadar geldi iş...

Ve hâlâ ‘aman ürkütmeyelim’, ‘aman fırsat vermeyelim’ diyenler var. Oysa siyaset bilimi buna sinsi otoriterlik diyor. Yani bu tarz yönetim çaktırmadan adım adım hatta zaman içinde ivmesini artırarak koşar adım yaşamımızın her alanında tahakküm kurmayı kendine görev biliyor. Bizi adeta çağdaş köleler haline sokuyor ve nefessiz bırakıyor.

Benim yaşadıklarıma gelince... Öncelikle ben Cumhurbaşkanı’na hakaret etmedim, etmem. Zira herhangi başka birine de hakaret etmem, edilmesini de tasvip etmem. Ancak şu tehlikenin altını çizmek isterim. Bir atasözünden zorlama şekilde ‘hakaret’ suçu çıkararak beni hapsedenler (süreçteki hukuk katliamlarına hiç girmiyorum) sanmayın ki sadece benim özgürlüğüme sınırlama getirdiler. Adaleti hiçe sayan, yargıyı bağımlı kılan rejimler aslında tüm toplumu cendere altında yaşamaya mahkûm edenler, ‘Sustuğun, hatta bizim istediğimiz gibi konuşup yaşadığın sürece özgürsün!’ mesajını verirler.

Baskı düzenine itiraz eden, gidişatı eleştiren, gerçekleri dile getiren, özgürlükçü, demokratik değerlere sahip çıkanlara ama bilhassa böylesi bir duruş sergileyen kadınlara had bildirmeyi, linç etmeyi, ceza kesmeyi topluma gözdağı vermenin kestirme ve etkili bir yolu olarak görürler. ‘Gazetecilere, akademisyenlere, sanatçılara bunu yapan, bize neler yapmaz’ endişesinin yayılmasını isterler. Herkesin başına bir polis dikemezler ama yaydıkları bu korku iklimi üzerinden herkesi kendi polisi haline getirme stratejisi güderler.

Oysa yaygın psikoloji öğretilerinden biri şöyle der: ‘En çok saldıranlar, en çok korkanlardır.’

Duruşmam 11 Mart’ta Çağlayan’da.

Gelecek olanlara şimdiden teşekkür ederim.

Gelemeyenlerin de hayır dualarını beklerim.

Sizi sevgi ve özlemle kucaklıyorum. 

 Sedef KABAŞ”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları