Vahdettin İnce’yi incelemek zordur!

20 Kasım 2016 Pazar

Vahdettin İnce’nin CNN Türk’teki programda çocuk yaşta evliliklere dair sarf ettiği sözler üzerine sosyolojik, sosyal antropolojik ve sosyo-tarihsel analizde bulunmak zor iştir.

Tecavüz, cinsel istismar, çocuk yaşta evliliğe zorlama gibi yürek dayanmaz, mide kaldırmaz toplumsal trajedilere hiç istemeden çanak tutma ihtimalinden dolayı da zor iştir;

Kız evlat sahibi bir baba olarak da, onun ötesinde insan olarak da zor iştir.

***

Ama sonuçta İnce’nin “bizim kültürümüz” diye toptancı ve özcü bir anlayışla ortaya attığı;

Destekleme yolunda İslâm hukukunu lafına katık ettiği;

“Muayyen” hallere vasıl olmuş kız çocuğu ile ihtilam (düş azması) durumuna düşmüş erkek çocuğunu “reşit”, dolayısıyla evliliğe uygun sayma iddiasının;

Tarihsel-sosyolojik izsürümünü yapmakta yine de yarar vardır.

Bu sözlerin “kültürel” arka plânını çözümlemek, mevzubahis sorunun çözülmesi yolunda katkıda bulunabilir düşüncesi ve ümidiyle!..

***

Çocuklukta buluğ çağını yetişkinliğin başlangıcı sayan İnce, aslında çocuğu kabul etse de “çocukluğu” kabul etmeyen bir kültürel-tarihsel matriks içinden konuşuyor.

Hayatın nabzının esasen ve ağırlıklı olarak kırsal-tarımsal yaşam biçiminde attığı bir kültürel-tarihsel matriks içinden konuşuyor.

 Ve böylesi kırsal-tarımsal yaşam biçiminin sonucu olarak ne örgün eğitimin, ne mesleki işbölümünün, ne de çocukluğun var olduğu ve Doğu kadar Batı’da da “Ortaçağ” olarak karakterize edilen bir kültürel-tarihsel matriks içinden konuşuyor.

***

Vahdettin İnce’nin, “Avrupa kültüründe 18 yaş çocukluğun sınırı sayılırken ‘bizim kültürümüz’de bunun böyle olmadığı” sözleri, bana çocukluk tarihi üzerine çalışmaları çığır açıcı olmuş Fransız tarihçi Philip Ariés’in tezini hatırlattı.

Ariés’in lehte ve aleyhte pek çok değerlendirmeye konu olmuş tezi, Ortaçağ Avrupa’sında çocuk olsa da çocukluğun, daha doğrusu “çocukluk duygusu”nun olmadığı şeklinde özetlenebilir.

Çocukluk, “Yeni Çağ”da Rönesans’tan itibaren “keşfedilmiş” bir kültürel evredir ona göre…

Ve çocukluğun esasen kapitalistleşme, kentleşme, endüstrileşmeyle uyarlı bir kültürel evre olarak kristalleşip ayırt edilmesi, hem eğitimin kurumsallaşması, yani okullaşmayla, hem de ulus-devlet olgusu ve uluslaşmayla içi içe geçmiştir.

Bu doğrultuda çocukluk, eğitimli, meslek sahibi “yurttaş”lar yetiştirme gereğinin bir sonucudur.

***

İnce’nin “bizim kültürümüz” diye kastettiği yaşam biçimi ise eğitimli, meslek sahibi “yurttaş” yetiştirme gereği olmayan bir tarihsel evreye denktir.  

İşte o evrededir ki adet görmeye başlayan kız da, uykusunda hamamcı olan oğlan da yetişkin olmuş sayılmaktadır.

Antropolojik veriler, sadece tarımcı-kırsal toplumlarda değil, avcı-toplayıcı insan topluluklarında da çocukların kendi ayakları üzerinde durabilir hale gelmelerinden itibaren yetişkin dünyaya entegre edildiklerine dair bol miktarda örnek sunar.

Bebeklikten doğrudan yetişkinliğe ilerleyen bu hayat tarzında çocuk için oyun da, eğitim de geçime katkıda bulunmaya yönelik etkinliklerden ibarettir.

Kısacası çocuğun bir “yetişkin minyatürü”nden ibaret olduğu endüstri-öncesi toplumsallıkta çocukluk, varla yok arası bir dönemdir.

***

Konunun bu memleketteki duayeni, Türkiye’de çocukluk tarihi çalışmalarının üstadı hocamız Prof. Bekir Onur’un nice kitabı arasında birinden aktarılabilecek şu satırlar, bizde de kırsal-tarımsal köy yaşamında çocuğun halini gayet açık gözler önüne serer:

“Çocuk beş altı yaşına gelince ufak tefek işlerde ailesine yardım etmeye başlar. Büyüdükçe ekin tarlasında öküzleri, atları çekip çevirmeye başlar, otlatmak ona düşer. İlkokuldan sonra artık büyümüş sayılır. Daha ağır işler onu beklemektedir. (…) Genellikle iki yaş civarında kız çocuklarından önceleri oyun olarak ama giderek ciddileşen şekilde ev işlerine yardımcı olmaları ve bir an önce küçük kardeşlerine bakmaları beklenirdi.” (B. Onur, “Çocuk, Tarih ve Toplum”, İmge, 2007, s. 185).

Vahdettin İnce, “bizim kültürümüz” derken böylesi bir hayata referansla konuşuyor ve 12-13 yaşındaki kız-erkek çocuklarının imam nikahıyla evliliğinin makbul olduğunu söyleyebiliyor. Bakış açısı belli: İki yaşında, daha bebeklikten yeni çıkmışken hiç “çocuk” olamadan küçük kardeşine bakmaya yönlendirilen kız, neden 12 yaşında baş göz edilmesin ki?!

***

Mesele, bugün hangi hayatı yaşamamız gerektiğiyle ilgilidir.

Ama esas mesele de insanlığın “Mağara’dan Mağaza’ya” doğru seyreden yaklaşık 2 milyon yıllık kültürel-tarihsel serüveninin hâlâ ta en başından en sonuna kadar parça parça deneyimlendiği bir coğrafyada olmamızdır.

Taş devrini de, tarım devrini de, endüstri devrini de, post-endüstriyel evreyi de topluca aynı anda bir arada yaşıyor olmamızdır.

E, böyle bir “moment”te de ağzı olan konuşuyor elbette!..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları