‘Ulusalcı enternasyonalizm’

30 Ocak 2017 Pazartesi

ABD ve Avrupa medyasında, Brexit ve Trump’ın seçim zaferinden sonra yeni bir tanımlama var: Ulusalcı Enternasyonalizm. İnsanın aklına oksus (keskin/zeki) morus (körelmiş/ aptal) kavramlarından, imkânsız bir duruma işaret etmek içi üretilen “oksimoron” kavramı geliyor. “Ulusalcı enternasyonalizm” bir durum olarak imkânsız, ama kavram olarak 35 yıllık dünya düzeninin çözülmeye başladığına ilişkin iyi bir kanıtı.
 
Ekonomik, siyasi, ahlaki iflas...
Liberal demokrasi, insan hakları, serbest ticaret, 1980’lerden bu yana, özellikle de Doğu Bloku çöktükten sonra, oluşan “düzenin”, siyasi, ahlaki, ekonomik temel taşlarıydı. Liberal demokrasi yerini, içinde milliyetçi, ırkçı siyasi partilerin hızla yükseldiği bir iklime bırakıyor. ABD başkanı Trump, işkenceyi açıkça savunarak sıradanlaştırırken, insan haklarının üzerini çiziyor; Atlantik’in iki yakasında küreselleşmeci, serbest ticaret yanlısı düşünce hızla geriliyor. Le Monde’un, cumartesi, başlığına göre “Trump ve May dünya ticaretini sarsıyor”. İngiltere Avrupa Birliği’nden çıkıyor; Trump, Pasifik Serbest Ticaret Anlaşması’ndan çıkıyor, Avrupa Birliği’nin geleceği olmadığını savunuyor, ithalata yüzde 25-30 vergi uygulamaktan söz ediyor; NATO’nun artık bir işe yaramadığını savunuyor.
Küreselleşmeye, serbest ticarete, liberal demokrasiye hiçbir zaman yüz vermemiş bir ülke olmasına karşın, Çin sahip çıkıyor, ABD çekilirse dünyanın liderliğini biz üstlenebiliriz gibisinden açıklamalar yapıyor. ABD tarafında da kimi dış politika uzmanları “Çin’in dünyasında yaşamak ister miyiz” gibi sorularla uğraşıyorlar.
Tüm bunlar ekonomik krizini yaşayan bir sistemin siyasi, ahlaki dayanaklarının da çöktüğünü gösteriyor.
 
Ve oksimoron
Ulusalcı-enternasyonalizm” bu iflası ve içerdiği dinamikleri çok iyi anlatıyor.
Gelişmiş kapitalist (emperyalist) ülkelerde, uluslararası düzenin sorunlarına değil, kendi uluslarının çıkarına öncelik vereceklerini savunan siyasi partiler ve liderlikler ya iktidara geliyorlar, ya da giderek güçleniyorlar.
Siz, “Ben başka ulusun çıkarına öncelik vereceğim” diye oy isteyen birine hiç rastladınız mı? Öyleyse ne oluyor? Olan şu: Bu siyasi liderler ulus deyince, Batı, beyaz, Hıristiyan ve öncelikle erkek bir kümeye ait bir “kimliği” anlıyorlar. Bu liderlere göre, bir tarafta 500 yıllık Avrupa merkezli bir uygarlık var diğer tarafta dünyanın geri kalanı, daha spesifik olarak Müslümanlar ve Çin!
Bu ulusalcı liderler yükseldikçe, seçim zaferi kazandıkça, farklı uluslardan olmalarına karşın birbirlerini kutluyor, desteklediklerini açıklıyorlar. Bu görüntüden de Batı medyası, bir “enternasyonalizm” fantezisi üretiyor.
Bu tam anlamıyla bir fantezi. Çünkü, tüm bu liderlikler kendi ekonomilerini korumaktan (önce Çin’e, ama hemen ardından ister istemez birbirlerine karşı), sanayilerini canlandırmaktan (dünyada bir kapasite fazlası, aşırı birikim sorunu yaşanırken) söz ediyorlar. Bu ortamda aralarındaki ekonomik rekabetin, siyasi çatışmalara dönmesini, ancak o da bir süre için dünyanın geri kalanının pazarlarını kaynaklarını talan ederek önleyebilirler. Ancak bu kez, karşılarında Çin gibi büyük bir oyuncu var.
Boşuna mı, ırkçılık yükselirken, ABD ve Avrupa halkları yüzde 65 - 45 arasında değişen oranlarda ‘III. dünya savaşı’nın yakında çıkacağını düşünüyor (The Independent); Gorbaçev,“Görünüşe bakılırsa dünya bir savaşa hazırlanıyor” (Time) diyor. Boşuna mı, servetini, bilişim, sosyal medya, “venture capital” (riskli ama yüksek kârlı) alanlarda yapmış kimi süper zenginler, geleceğe, “düzen çökecek, kaos olacak” varsayımıyla, silahlanarak, sığınaklar yaparak, ortak yaşam alanları kurmaya başlayarak, Yeni Zelanda’da arazi alarak, hazırlanıyorlar ( New Yorker).



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları