Ahmet İnsel

Diktatörler seçimle gider mi?

08 Mayıs 2018 Salı

Türkiye’de tam anlamıyla bir diktatörlük rejimi mi hüküm sürüyor? Yanıt kesin bir evet değil. Kimilerine göre yürürlükte olan rejim fiilen bir diktatörlük, kimilerine göre koyu bir otoriterlik. Diktatörlük mü değil mi tartışması önümüzdeki seçime ilişkin davranışları da belirlemeye aday. Rejimin asli niteliğinin diktatörlük olduğuna inanınca, “Diktatör seçimle gitmeyi kabul eder mi” sorusu gündeme geliyor. Evet, diktatör eğer gerçekten diktatörse, seçimle gitmez! Ama zaten bu durumda seçim de, ona seçim denmeyecek bir gösteriden başka bir şey olmaz. Azerbaycan, Belarusya, vb... olduğu gibi.
Türkiye’de yeni başlayan seçim yarışı iktidardaki ittifakın başkan adayının ve iktidar partisinin lehine çok büyük bir eşitsizlikle yürütülecek. Buna rağmen, seçimin yasak savmak için düzenlenen bir gösteri, sonucu önceden kesinlikle belli olan bir düzmece olduğunu söylemek mümkün değil. Seçim sonuçları aleyhine olursa, iktidardaki gücün oy ve sayım sahtekârlığı örgütleyebileceği de kesin bir veri değil. Bunu yapmayı istemekle yapabilmek arasında büyük bir mesafe var.
Seçimi kaybeden muktedir sonuca karşı direnmek istese de, buna imkân bulabileceği şüpheli. Bütün bu karamsar öngörülerin günümüz Türkiye’sinde bütünüyle uçuk kaçık hezeyanlar olduğunu söylemek kuşkusuz safdillik olur. Ama şimdilik en güçlü ihtimal bu senaryolar değil.
Diktatörün seçimle gitmeyeceği inancı, genellikle diktatörlüklerin toplumun siyasal tahayyülü üzerinde kurdukları tahakkümün en önemli unsurlarından biridir. Bu içselleştirme, çoğu diktatörlüklerde halkın seçimi ciddiye almamasına, ya seçim sandığına gitmemesine ya da “başıma bir iş gelmesin” oyu kullanmasına yol açar. Tahakkümü pekiştirir. Bugün Türkiye’de diktatör seçimle gitmez demek de bir bakıma yürürlükteki tahakküm düzeninin dümen suyuna girmek demektir.
Bu iktidar seçimle gitmez iddiasını bir an için kabul edelim. İktidardaki güçlerin seçimi gerçekten kaybetmiş olmalarına rağmen, hileyle hurdayla iktidara yapışmalarına yol açmak, otokratın seçim sonuçlarını tanımadığını bir şekilde ilan etmek zorunda bırakmak da demokratik mücadelenin son derece önemli bir hedefi değil midir?
Adil olmayan koşullarda ama gerçekten seçim kazanmış bir muktedirin sahip olduğu meşruiyetle, kaybettiği seçim sonuçlarını açıkça hile yaparak, kavga çıkararak kendi lehine çeviren ya da masayı devirip elinde silahla ayağa kalkan bir müstebitin arasındaki fark önemsiz midir? Bu iki farklı durumda toplumsal muhalefetin vereceği mücadeleler de farklı olacaktır. Türkiye toplumunda güçlü ve eski bir siyasal meşruiyet dayanağı olan seçim meşruiyetini muktedirin bir kalemde silip atmasının sonuçları, kendisinin öngördüğü gibi olmayabilir.
Bugün muhalefetin önündeki en önemli iş, hem başkanlık hem milletvekili seçiminde iktidardaki ittifaka verilen oylardan çok daha fazla oyun sandığa girmesi için seçmenleri ikna etmektir. Bu oyların hepsinin sandıktan çıkması, seçim tutanağına işlenmesi ve açıklanan sonucun gerçeği yansıtması için bütün önlemleri almaktır. Her seviyede muhalefet güçlerinin dayanışmasını güçlendirmektir. Bütün bunlara rağmen, sonuç gerçekten verilen oyları yansıtmayacak olursa ya da iktidar seçim sonuçlarını tanımayı reddederse, o zaman diktatörlüğünü ilan etmiş olana karşı mücadele alan ve yöntemleri de farklı olacaktır.
“Muktedir iktidarı seçimle bırakır mı” sorusu ancak seçimleri muhalefetin gerçekten kazanmış olması durumunda yanıtını bulur. Yoksa bu konuda kesin olumsuz yargılara şimdiden varmak, müstebitin salgıladığı korkuyu, çaresizliği içselleştirip, onun seçilme meşruiyetini tazelemesine istemeden de olsa katkı vermek olur.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları