Ahmet İnsel

Fransa’da yeniden laiklik tartışması

14 Nisan 2018 Cumartesi

Fransa cumhurbaşkanı, Fransa Piskoposlar Konferansı önünde yaptığı konuşmayla, laiklik tartışmasını yeniden alevlendirdi. En çok tepki çeken cümlesi, “Devletle Kilise arasında ilişkilerin tahrip edildiği izlenimi” taşıdığını, iki tarafın bu ilişkiyi “tamir etmesi” gerektiğini söylemeseydi. Yürürlükteki laiklik yasası açısından aslında sorun teşkil etmeyen bir öneriydi bu. Ama ardından, “Fransa tarihini beslemiş ve ulusumuzu yaşatmaya sürekli katkıda bulunması gereken Katolik özsu”ya vurgu yapması, “Katoliklikle Fransız ulusu arasındaki yıkılmaz bağları” kutlaması, solda bardağı taşırdı.
Emmanuel Macron’un konuşması, cumhurbaşkanı seçildiğinden beri Fransa’daki belli başlı dinlerin temsilcileri önünde yaptığı konuşmalar dizisinin sonuncusuydu. Önce Fransa Müslümanları Konseyi’nin, ardından Protestanların, sonra bütün dinlerin temsilcilerinin ve geçen ay Fransa Yahudi Kuruluşları Konseyi’nin önünde konuşmuştu. Her defasında 1905’ten beri yürürlükte olan laiklik yasasının temel ilkelerini hatırlatmıştı. Ama bu kez Katolikler önünde konuşan, hem Cizvit okulunda yetişmiş bir Katolik, hem de Protestan filozof Ricoeur’ün tilmizi olan liberal bir Hıristiyan-demokrattı. Laikliği devletle yurttaşlar arasında bir işbirliği olarak algılayan anlayışı dile getiriyordu.
Din ile devlet işlerini keskin biçimde ayıran 1905 yasası, devletin herkesin inancını kamusal alanda ifade etme özgürlüğünün güvencesi olduğunu belirtir. Liberal laiklik bunu, dinlerin kamusal alanda yerlerinin olması olarak yorumluyor. Bir koşulla: herkes inançlarının gereğini ifade edebilmeli, karşı görüşlerini dile getirebilmeli ama Cumhuriyet’in yasalarını da kabul etmelidir. Ayrıca devlet istisnasız bütün dinlere ve inançlara eşit mesafede olmalıdır.
Macron’un Fransa’daki dört dinin temsilcileri önünde sırayla konuşması, bu eşit mesafe kuralına özünde aykırı değil. Hatta bunu böyle yaparak, Katolikleri de azınlık dini konumuna getirdiği düşünülebilir. Zaten Katolikler, her ne kadar Fransa’yı “Kilise’nin büyük kızı” olarak tanımlamaya devam etseler de, günümüz Fransız toplumunda onlar da bir azınlık.
Macron’un konuşmasına üç nedenden dolaylı sol ve laik kanattan tepki geldi. Birincisi, Katolik kilisesinin Cumhuriyet devletine karşı geçmişte yürüttüğü büyük ve şiddetli mücadelelerden bahsetmemesiydi. Daha birkaç yıl önce, eşcinsel evliliğinin yasallaşmasına karşı harekete geçen Katolik ve aşırı sağ koalisyon, sol kesimde 1930’ların faşizan Ateş Haçlıları hareketinin anısını tetiklemişti. Macron’un tamir edilmesini önerdiği tahribat da, büyük ölçüde eşcinsel evliliğinin Katoliklerde yarattığı travmaydı. Belki de, bu yolla, Katoliklerin üçte ikisinin karşı olduğu, bütün kadınların suni döllenme ile hamile kalmalarına izin verecek bir yasa için ortamı yumuşatmaya çalışıyordu. Aynı şey, ötanazi tasarısı için de geçerli.
Macron’un Katolikleri daha fazla siyasal yaşama katılmaya çağırması da çelişkili yorumlara yol açtı. Yahudiler, Müslümanlar kimlikçiliği terk ederek siyasete katılmaya çağrılırlarken, Katolikler olarak diğer kesimin siyasete davet edilmesi elbette çelişkiliydi. Ama Macron, “Kilise’nin sesinin emir verici olamayacağını” belirtirken, çoğul ve seküler bir toplumda hiçbir dinin ve en başta Katoliklerin görüşünün baskın olamayacağını da vurguluyordu.
Üçüncü eleştiri ise, laik devletin hiçbir dinle ilişki ve diyalog içinde olmaması gereğinden hareket ediyor. Macron’un laik devletin hiçbir dini ne siyasal ne mali olarak destekleyemeyeceği, hiçbirinin içişlerine karışamayacağı ilkesini çiğnemeye hazırlandığını iddia edenler, kafasındaki modelin Alsace-Lorraine bölgesinde geçerli olan sistemi (Concordat) ülkeye yaymak olduğundan şüphe ediyorlar. Bu bölgede devlet, 1802’den kalma yasayı kısmen uygulayarak, Yahudi, Katolik ve Protestan din adamlarının maaşlarını ödüyor. Müslümanlar imamların da maaşını devletin ödemesini talep ediyor.
Sonuçta liberal laiklik anlayışı Fransa’da artık Katolik-reaksiyoner ilerici-Cumhuriyetçi kutuplaşmasının aşıldığını, Cumhuriyete düşman olan kimse kalmadığını belirterek, 1905 yasasının gözden geçirilmesi gerektiğine inanıyor. Farklı nedenlerle, aşırı sağ ve genel olarak sol bu fikre büyük tepki gösteriyor. Aşırı sağ, böyle bir revizyonun siyasal İslam’ın önünü açacağını iddia ederek, buna karşı çıkıyor. Radikal solun bir kısmı da bu gerekçeye katılıyor. Solun geri kalan kısmı ise, 1905 yasasının Fransa’nın bugün dünyada herkesin dinini, siyasal ve felsefi inancını özgürce ifade edebildiği ender ülkelerden biri olmasını sağladığını, “laikliğin yumuşatılmasının” yeni din savaşlarına kapıyı aralayacağını vurguluyor. Kadın hareketi de, genel olarak, yürürlükteki laikliğin feminizmin en güçlü dayanağı olduğunu belirtiyor.
Sonuç olarak Macron’un yeniden körüklediği laiklik tartışmasının merkezinde devletin kesin uyması gereken dini tarafsızlık ilkesi kamusal alan için de geçerli olmalı mıdır’ sorusu yatıyor. Bu gürültü arasında, “aynı zamanda” yaklaşımının ustası Macron’un, iktisadi alanda yürüttüğü liberal reformlarla zaten kaybettiği solu iyice kaybetmek pahasına, sağdaki rakibinin ayağının altından halıyı bir kez daha çektiğini söyleyebiliriz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları