Geçmişimize sahip çıkalım!

25 Mayıs 2021 Salı

21 Mayıs Cuma günkü Cumhuriyet’i alınca, elimde olmayarak haykırdım:

- Eyvah, sıra oraya da geldi mi?

Tepkime, Hazal Ocak’ın İstanbul Arkeloji Müzeleri’ndeki eserlerin Atatürk Havalimanı’na götürülmesi haberi neden olmuştu. AKP’nin 18 yıllık talan ve yağma düzeninin, toplumun doğal, kültürel, tarihi birikim ve kazanımlarını, değerlerini nasıl acımasızca yağmaladığını bilenlerin, şimdi yağma ve talan düzeninin gözünü İstanbul Arkeoloji’ye dikmesinden neden telaşlandıklarını anlamak zor değil. 

Şu sıralarda dikkatimizi Arkeoloji Müzesi üzerine yoğunlaştırmalıyız.

***

İstanbul’da bütün imparatorluk toprakları üzerindeki eserlerin sergilendiği İmparatorluk Müzesi olarak kurulması 1869 yılına rastlar. Daha sonra müze, yersizlik dolayısıyla Çinili Köşk’e taşınmış, onun ardından da müzeci ve ressam Osman Hamdi Bey tarafından 1883 yılında Sanayii Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi) olarak, devrin dünyaca ünlü mimarlarından Alexander Vallaury’ye yaptırılan binaya yerleştirilmiştir.   

Başlangıçta bütün imparatorluk toprakları üzerindeki uygarlıkların eserlerini toplayacak biçimde düşünülmüş olan İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin zenginliğinin, bir zamanlar imparatorluğun ulaştığı sınırlar düşünülünce doğal olduğu kolayca anlaşılır.

Ama esas değerinin bilinmesi, Cumhuriyet döneminde gelişen tarih anlayışıyla yaygınlaşmıştır.

Evet, yüzyıllardır uygarlıklar beşiği topraklar üzerinde yaşıyoruz. Ama salt bu yüzden “Bütün bu zenginlikler bizimdir” diyebilir miyiz?

On yıl kadar önce, Çanakkale’de yapılan bir panelde, Truva bağlamında gündeme gelmişti soru.

Truva Savaşı bizim tarihimizin bir parçasıdır diyebilir miydik? Biz Hektor’un torunları mıydık? Mustafa Kemal, Ege’nin karşı yakasından gelen işgalcilerin ordularının 1922’de İyonya’dan kovulmalarının ardından “Şimdi Hektor’un intikamı alındı” demiş miydi gerçekten, demişse de bu ne derecede doğru ve haklı bir saptamaydı?

Son 18 yıl boyunca, bütün birikim ve değerlerimizi talan eden, bütün kazanımlarımızı yağmalayan, ama hâlâ doymayanların egemen olduğu bir toplumda yukarıdaki soruları sorarsanız, şaşkınlıkla karşılanırsınız. Hatta “Hektor’un torunları mıyız” sorusunu, karşınızdakinin hakaret veya manevi değerlerine saldırı olarak algılaması bile mümkündür.

Oysa Sagalassos kazılarında, orada 2 bin yıl önce yaşamışlar ile bugün yaşamakta olan ve kazıya katılan köylülerin DNA’larının karşılaştırılmasından çıkan sonuca göre, bu sorunun hiç de şaşırtıcı olmaması gerekir.

***

Sorunun yanıtı tarih anlayışınızda yatar. Eğer tarihinizi bir kavim veya bir hanedanla sınırlı olarak algılıyorsanız, o zaman sizin Anadolu gibi bir uygarlıklar mozaiğinin öyküsünü anlamanız, bütünü ile özümsemeniz mümkün değildir. 

Evet, onların toprakları üzerinde yaşıyorsunuzdur ama o zenginlikler sizin değildir, onların sizin olmamasının kabahati de sizindir.

Peki, o zaman bunlara sahip çıkıp “Bunlar benim!” diyerek sahiplenmek yeterli midir??

Sanmıyorum, o geçmiş uygarlıkların zenginliklerin bütün bu topraklar üzerinde yaşamış ve yaşamakta olanların hepsi gibi aynı zamanda bizim de olması, ancak onları özümsemekte olmamızla mümkündür.

Yani bu zenginlikler senin, ama sahiplenmen şartıyla ve onu özümsediğin, katkıda bulunduğun ölçüde senin. Başka bir deyişle o zenginlikler, ne kadar Ekrem Akurgal’ın, Halikarnas Balıkçısı’nın, Sabahattin Eyüboğlu’nun, Kenan Erim’in, Güngör Dilmen’in, Yaşar Kemal’in, Bozcaadalı şair Haluk Şahin’in, bütün bu eserleri canı gibi koruyan Özgen Acar’ın varsa, o kadar senindir.

İstanbul Arkeoloji’deki zenginlikler AKP talan ve yağmasına karşı ne kadar savunabilir ve özümseyip Cumhuriyet aydınlanmasıyla halli hamur eylersek o kadar bizim. 

Onlara sahip çıkalım!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları