Bir ülkede ekonomi yönetiminin temel hedefleri verimlilik ve adil bölüşümdür. Verimlilikle büyüme, adil bölüşümle de vatandaşların kendine ve topluma fayda üretme fırsatlarına eşit erişimi amaçlanır. Vatandaşa en çok dokunan enflasyon ve işsizlik olguları bu hedeflere ulaşamamanın izdüşümleridir.
Bir topluluğun ya da toplumun çoğunluğunun ortak çıkarlarını korumak için bir araya gelip karar alması; nüfus arttıkça, piyasalar genişledikçe, finansal, demografik, kültürel ve siyasi ayrımlar arttıkça güçleşir. O durumda, aslında her vatandaşın faydalandığı temiz hava, su, sürdürülebilirlik, makroekonomik istikrar, kalkınma, güvenlik ve savunma gibi hizmetlerin, bir araya gelen bireylerce üretilmesi olanaksızlaşır. İktisadi aktörler bireysel faydalarını ençoklaştırmayı hedeflerken bireysel faydacılığın toplumsal fayda ile çakıştığı alanlarda çözüm üretimi, yani kamu mal ve hizmet üretimi, devletin temel varoluş sebebidir. Birey ya da grup çıkarlarının devlet yönetiminde baskın olduğu bir yapı içerisinde ise haklı değil güçlü kazanır ve toplumsal refah kayıplarının büyümesi kaçınılmaz olur.
Devlet organizmasının, toplumsal ve kültürel mekanizmaların baş edemediği geniş çaplı negatif dışsallıkları kurallar ve seçici teşvik ve yaptırımlarla içselleştirerek engellemesi temel kamu hizmetidir. Devlet, aynı zamanda toplumsal fayda sağlayan kamusal mal ve hizmetler için kaynak yaratma yetki ve becerisine sahip tek organ olarak toplum refahından sorumludur. Bu sorumluluğunu yerine getirmek için de vergi toplama ve ceza uygulamalarını bünyesinde toplar. Bu şekilde, iktisadın da ana hedefi olan verimlilik ve adil bölüşüm için de uygun temelleri yaratma görevini de üstlenmiştir.
VERİMSİZLİK SARMALI
Devletin topluma hizmet rolü ve toplum refahına katkısı ancak tarihsel, kültürel ve yapısal faktörleri hesaba katarak tasarlanıp uygulanan kalkınma planlaması ile olanaklıdır. Bunun yerine ekonomiyi piyasa güçlerine terk eden bir devlet yönetimi, sermaye sahiplerinin daha da güçlenip siyaseti de kuşatmasına, kamusal mal ve hizmetlerde özelleşme ve tekelleşmeye, sonuç olarak da her türlü olanağı kısıtlanmış toplumsal sınıfın büyümesine yol açar. Kamusal varlıkların siyasi amaçlarla kullanılması ve kaynak dağılımının adil koşullar ve kuralları hiçe sayılarak yapılması; zamanla kemikleşen dar çıkar grupları ve sonuçta toplumsal ümitsizlik ve verimsizlik sarmalı üretir. Bugün yaşananların bir yüzü budur.
Kalkınmanın bir yönü de ulusal politikaların belirlenmesinde ulus dışı aktörlerin etkisinin azaltılmasıyla tam bağımsızlık ile ifade edilen hedefe ulaşma kapasitesine erişebilmektir. Küresel sistemin yarattığı teknoloji tekellerinin, en kıymetli girdi haline gelen bilgiye erişim yoluyla yerel siyaseti ve yerel tekelleri de etkisine aldığı bir ülkenin kalkınması olanak olmaz. Çünkü her ulusun öznel koşulları, refah artışı için kendine özgü yönetim ve planlama tasarımı gerektirir. Katma değer ve gıda güvenliği sağlayacak tarımsal üretim için tarım sayımı ve sanayi planlaması yapmayan, nerede ne yetişmesi gerektiğine, hangi nadir elementin nereden en etkin çıkarılarak ham halde ihraç edileceğine küresel şirketlerin karar verdiği bir ülkede kalkınmanın olması beklenemez. Devletin boş bıraktığı alanları küresel güçlerin çıkarlarına tam bağımlı unsurlar kaplar. Daha da fenası, bu bölücü faktörlerin devlet yönetiminde yer alması yoluyla devletin temel sorumluluk alanlarındaki işlevsizliğinin kalıcı hale gelişi ise ülke kalkınması bir yana, geride kalkınacak bir ülke de bırakmayabilir. Bugünkü durumun diğer yüzü de budur.
PROF. DR. BİLİN NEYAPTI