Ayşe Emel Mesci

Çocukluğumun 27 Mayıs’ı

25 Mayıs 2020 Pazartesi

27 Mayıs darbe miydi? Darbeydi. Üstelik Adnan MenderesFatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamlarıyla ellerine kan bulaşmış bir darbeydi. Bunun kefaretini de daha sonra bizim kuşağın gencecik önderlerine, Deniz GezmişHüseyin İnan ve Yusuf Aslan’a ödettiler. Onların idam cezaları Meclis’te onaylanırken, Adalet Partililer “Üçe üç” diye bağırıyorlardı. Her şeye karşın unutmamak gerekir ki 1961 Anayasası Türkiye’de hazırlanmış en demokratik ve en özgürlükçü anayasaydı. 12 Eylül 1980 darbesi bir yanıyla da 1961 Anayasası’na karşı yapılmıştı.

Ama bugün siyasi değerlendirme yapmak niyetinde değilim. 27 Mayıs’ın öncesiyle ve sonrasıyla çocukluğuma nasıl yansıdığını bir plağın ilginç hikâyesi üzerinden anlatmak istiyorum.

Geniş bir aile

Çocukluğumun geçtiği Maçka Taşlık’taki büyük ahşap konakta, geniş bir ailenin farklı kuşakları bir arada yaşıyordu: Dedem ve anneannem, teyzelerim, dayılarım, büyük halam, yengeler ve onların çocukları... Giriş katındaki beyaz mermer döşeli büyük holde kocaman bir masa durur, akşam yemekleri hep birlikte orada yenirdi. Dedem, aile üyelerini sofrada yanında isterdi. Sonra radyo geldi, o da ayrı bir toplanma gerekçesi oldu. Naklen verilen Yassıada mahkemeleri de orada dinlenirdi. Gençler, özellikle de dayılarım koyu CHP’li, daha yaşlı kuşak DP’liydi. Annem ise Menderes’i çok savunurdu. Sık sık tartışma çıkardı. Ülkenin havası bizim eve de yansımıştı kısacası.

Biz, annem, babam ve ben çatı katında otururduk. Babam, evdekilerin taktığı isimle “Tak Tak Muammer”, o becerikli elleriyle depo olarak kullanılan çatı katını bir daireye dönüştürmüş, ailesi, pikabı ve plaklarıyla yerleştiği bu küçük ev, çok geçmeden “Çatı Bar” diye anılmaya başlamıştı. Plak koleksiyonunun ve önümüzdeki küçük taraçanın eşsiz Boğaz ve Marmara manzarasının yarattığı cazibe eve çok sayıda misafir çeker, anneciğim haftada en az iki üç kez sofralar kurardı.

Farklı bir misafir

Bu misafirlerden biri de DP döneminin İstanbul Emniyet Müdürü Ferit Sözen’di. Ama onun misafirliği farklı olurdu. Babamın Sözen ailesiyle çocukluktan beri yakın dostluğu vardı. Ferit Sözen bazı geceler önceden haber verdirdikten sonra geç vakit, tek başına gelir, babamla otururlar, içkilerini içerken babam da plak çalardı. Uzun, füme rengi paltosu içinde hatırlıyorum onu, demek ki sadece taraçada rahatça oturulabilen aylarda değil, daha soğuk zamanlarda da gelmiş. O gecelerin hiç değişmeyen bir ritüeli vardı: Bir an gelir, Ferit Sözen babama döner, “Haydi Mami (bütün arkadaşları ona öyle derdi) koy şu plağı” der ve babam herhangi bir opera, arya veya klasik Türk müziği plağını değil, Hareket Ordusu Komutanı Mahmut Şevket Paşa’nın nutkunu pikaba koyardı: “Vatan gidiyor, millet mahvoluyor! Ne duruyoruz?” Selanik’te çok sınırlı sayıda basılmış taş plağın dönüşlerini izlerken sanki içinden koca bir ordu fırlayacakmış duygusuna kapılırdım. Bugün düşünüyorum da çok tuhaf bir çelişki gibi geliyor bana. Düşünsenize, DP’nin İstanbul Emniyet Müdürü, arkadaşıyla oturup rakısını yudumlarken 31 Mart gerici ayaklanmasını bastırmak üzere ordusuyla İstanbul’a girecek komutanın, yola çıkmadan önce askere seslenişini dinliyor... Bunda eşi Suzan Sözen ile Başbakan Adnan Menderes arasındaki yakınlığın, evinde bulunmamak için bize gelmek zorunda kalmasının bir etkisi var mıydı bilemiyorum, ama iki koca adamın içki içerken müzik dinlemek yerine bağırıp çağıran o paşayı dinlemeyi tercih etmelerini çocuk aklımla pek anlayamıyordum. Ferit Sözen’in bizim eve gidiş gelişleri başkalarının da dikkatini çekmiş olacak ki, 27 Mayıs’tan sonra babamı gözaltına alıp Balmumcu’ya götürmüşler, birkaç gün sorgulamışlardı.

Bu yaşananların etkisi herhalde, ne zaman 27 Mayıs dense, benim aklıma önce Mahmut Şevket Paşa’nın sesi gelir...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları