Ayşe Emel Mesci

Hoş geldin Balbay...

16 Aralık 2013 Pazartesi

Mustafa Balbay’ın en büyük özelliklerinden biri de kurulu algı kalıplarını zorlayan coşkusu ve yaratıcılığı...

> Meclis kürsüsünde izlediğim ve bütçe tartışmalarına “Bizde özgürlük açığı var, hukuk açığı var, adalet açığı var” diyerek damgasını vuran Balbay’ın bunu kendisine misyon bilmesini gönülden diliyorum.

“Gezme sözcüğünün bende ilk çağrıştırdığı, yeniden doğmak, çoğalmaktır. (…) Her gezi dönüşü, evimin kapısını açarken yepyeni bir yere taşınıyormuşum hissiyle dolarım. Her gezi dönüşü, gazetemin yolunu tutarken yepyeni bir işe başlıyormuşum gibi heyecanlanırım.”
1997 yılında yayımlanan “Ülkelere Değil Savaşa Düşmanım” adlı kitabının önsözüne böyle başlamış Mustafa Balbay. Dünyanın çeşitli ülkelerine, çeşitli nedenlerle çıkılmış gezilerde derlenmiş gözlemler, anılar, çağrışımlardan oluşan enfes bir kitap, bir “gezi kitabı…”
O sırada hiç aklından geçer miydi Sevgili Balbay, 16 yıl sonra bambaşka bir yolculuktan, dört duvar arasında geçirilen 5 yıla yakın bir sürenin ardından evine dönüp geleceğin?
Algı kalıplarını zorlamak
Yukarıdaki satırların ritminde Balbay’ın yaşamın her anında görülen o iyi niyetli heyecanını, coşkusunu, hep yeni bir şeylere başlama, hep yeniyle dolma isteğini algılamak mümkün. Zaten benim tanıdığım Mustafa Balbay’ın en büyük özelliklerinden biri de kurulu algı kalıplarını zorlayan bu coşkusu ve yaratıcılığıyla, kanıksama hastalığına karşı doğal bir panzehir olmasıdır. Yazarken de konuşurken de hep bunu zorlar Balbay. Çok alıştığınız, neredeyse üzerinde düşünmeden kullandığınız bir sözcüğü olmayacak bir yerinden bölüp iki sözcük çıkarıverir ortaya, bütün anlam sistematiğiniz altüst olur, gülmeye başlarsınız.
Tahliye edildikten sonra izleyebildiğim kadarıyla, cezaevinde geçirdiği uzun sürenin onun bu yanını hiç törpüleyemediğini gördüm, sevindim. Heyecanlıydı, heyecanını gizlemiyordu; umutluydu, umudunu paylaşıyordu; “Kindar olmaya zamanım yok” derken çok doğru ve derin bir gerçeğin altını çiziyor ama cezaevlerindeki durumun sözcüsü olacağını, yani “unutmayacağını” da Meclis kürsüsünden yaptığı bence çok önemli konuşmada üzerine basa basa dile getiriyordu.
Cezaevlerinin sesi olmak
Cezaevleri yakıcı bir sorun. Hasta tutuklu ve hükümlüleriyle, ölmeye yatırılmışlarıyla; siyasi davalardaki “uzun değil, upuzun, gaddarca uzun tutukluluk süreleri” yüzünden hükümsüz ceza giyenleriyle; yedikleri cezaların üstüne insanlık dışı koşullarda yatırılarak iki kere, üç kere daha fiilen cezalandırılan adli mahkûmlarıyla bu memleketin en büyük, hiç durmadan kanayan yaralarından biri. Üstelik, kanıksanmış bir yara; vicdanlar kabuk bağlamış, ondan herkes yara artık kanamıyor sanıyor ya da kendini öyle kandırıyor. Ama “mapusane kapısı”nda, “ateş düştüğü yeri yakıyor.”
Ben, Mustafa Balbay’ın bu kanıksamayı, bu umursamazlığı epey zorlayacağına, zorlaması gerektiğine inanıyorum. Meclis kürsüsünde izlediğim ve bütçe tartışmalarına “Bizde özgürlük açığı var, hukuk açığı var, adalet açığı var” diye damgasını vuran Balbay’ın bunu kendisine misyon bilmesini gönülden diliyorum. O coşkulu, heyecanlı, algı kalıplarını zorlayan üslubuyla bu memlekete cezaevi gerçeğini anlatmasını, Meclis’te yıllardır cezaevi sorunlarını, yaşanan hukuksuzlukları, hak ihlallerini ısrarla, inatla takip eden, vicdanların sesi olmaya uğraşan bir avuç milletvekiline kendi sesini, nefesini katmasını diliyorum.
Hoş geldin Balbay, iyi ki geldin, zamanında geldin…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları