Bağış Erten

Gel de idolleştirme

11 Mayıs 2016 Çarşamba

Yapmamalıyız. Günümüz profesyonel spor dünyasında kimseyi idolleştirmemeliyiz. Bin kere söylüyoruz kendimize: Ne kadar anlam atfedersek hayal kırıklıklarımız da o kadar büyük oluyor. Büyük sporcular dönemi bitti. Artık öyle spor insanları yetişmiyor, daha da beteri, onların hayatını öyle deşiyoruz ki, en mükemmeli bile tüm kusurlarıyla dımdızlak ortada kalıyor. Maradona’sından Messi’sine dek bu böyle. Lance Armstrong, Oscar Pistorius gibi ilham kaynakları için iki kere böyle. O zaman sakin olalım, karşımıza bir yıldız çıktığında aklıselimi kaybetmeyelim.
Tamam, öyle olsun da, Obradoviç’i ne yapacağız? Üç sezondur Türkiye’de yaşadığımız o deneyimden sonra hayran olmamayı nasıl başaracağız? Sezon başında basketbolu sıkı takip eden bir sürü yüzde ekşime yaratan transferlerden muhteşem bir takım yaratan o zekâ küpü karşısında hayranlığımızı nasıl gizleyeceğiz?
Daha oynarken koç olmayı hayal eden biri o. Milli Takım kaptanıyken oynadığı takımdan “Ya şimdi ya hiçbir zaman” diye antrenörlük teklifi alan biri... Göreve başladığı ilk günlerden itibaren oyuncuları için “Benim karakterimi iyi bilirler” diyebilen... İlk koçluk sezonunda yaş ortalaması 22’nin altında bir takımla Avrupa şampiyonu olan... Onlarca Avrupa zaferine imza atan, kupalarla dolu bir müzeye sahip...

Bir koçtan fazlası
Ama biz bırakalım başarılarını bir kenara. Onlarca yüzüğüyle anlığına ilgilenmeyelim. Hiç oyuncularının ağzından Obradoviç’i dinlediniz mi? Evet, ‘çok gergindir’ de diyorlar. Zorlayıcıdır, mükemmeliyetçidir, kazanmaya odaklıdır, çok hırslıdır... Bunları isterken kendisi de yaratıcıdır, zekidir... İyi de bir koç olmak için gerekli olan şeyler bunlar. Ama koca koca yıldızlara mikrofon uzatan “Obradoviç: More than a coach” (Obradoviç: Bir koçtan fazlası) belgeselinde asıl başka bir vurgu var. Dürüst, mükemmel arkadaş, sağlam karakter diyorlar onun için. Bencil olmayan bir oyun talep eden birisinden bahsediyorlar. Kendi diliyle karakterini ele veriyor zaten: “İyi insan olan, dürüst, takım ruhuna saygı duyan oyunculardan kurulu bir ekip yaratmak isterim her zaman. Benim için bir takımda olması gereken temel değerler bunlar.” Gittiği her yerde geride düşman ve dedikodu değil iyi arkadaşlıklar, sıkı dostlar bırakan birinden bahsediyoruz. Zenginliği “kaç paran değil kaç arkadaşın olduğudur” diye tanımlayan... Kort dışında son derece samimi, sıcak. Müziğe, tiyatroya ilgi duyan, komik, rahat biri. Üstelik paylaşımcı da: “Takıma her seferinde sorarım” diyor. “Bu savunma iyi mi? Fikri olan var mı? Daha iyisini nasıl yapabiliriz? Sonuçta oyunu onlar oynuyor.”
Final Four’a kalmış şurada iki gün. Diyorlar ki idolleştirmeyin, sakinleşin. Zor, bu adam olunca, o iş zor!

Bu ikincilik başarısızlıktır
Beşiktaş artık şampiyon diyebiliriz. Hem de ne şampiyonluk! Kaç yıldır statsız oynayan, milyonlar harcayan rakipler karşısında, daha birkaç sezon önce ‘fedalarla’ yola çıkan bir takım şimdi en tepede. Bu hak edişi daha çok konuşuruz. Biz an itibarıyla ikinciye bir bakalım.
Önce şunu net olarak koyalım. Bu sezonun en başarısız takımlarından biridir Fenerbahçe. Sezon başında en çok para harcayan, en kaliteli kadroya sahip takım oldukları konusunda herkes hemfikirken, an itibarıyla kendi oyuncusunu yuhalayan bir tribüne ve “Kızdırmayın, 10 sene daha kalırım” diyen bir başkana da sahipler.

Adım adım çöküş
Beklenti ve alınan sonuç açısından kendi kazdığı hedef kuyusuna düşen bir ekip söz konusu. Düşünün karşımızda kendi taraftarını ‘kalmakla’ tehdit eden bir başkan var! Sahadaki oyunculara maç bitmeden tahammül edemeyen de bir seyirci... Peki neden başarısız Fenerbahçe? İşte Fenerbahçe’yi bu sene bu hale sokan 5 neden ve 5 karakter:

• Aziz Yıldırım: Başkanın yine her şeyi herkesten iyi bilirim tavrı başarısızlığın en önemli kaynaklarından biri. Transferleri de, kadroyu da, taktiği de, hakemliği de, taraftarlığı da en iyi kendisinin bildiğini düşünüyor Aziz Yıldırım. Her şeye müdahil, her şeyi tahkim ediyor. Hal böyle olunca da işler yürümeyince herkes ona dönüyor. Kendi koyuyor kriteri, yargıyı da kendi belirliyor. Sonuç ortada.

 Terraneo: Kurumsallığın zor yerleştiği bir ülkedeyiz. Sportif direktörlük meselesi de bunlardan biri. Bunu en iyi oturtacak isimlerden biriydi. Ama adı daha en başından transferden komisyon alma dedikodularına karıştı. Daha baştan sakatlandı yani. Öyle olmasa başkana “taktiğe karışma” dediğinde yalnız kalmazdı. Ya da birtakım kurallar koyarken saygınlığını kaybetmezdi. Onun oturduğu mevki işlemeyince her şey yine aynı tas aynı hamam oldu.

 Pereira: Aslında birçok açıdan iyiydi. Takım savunması, agresif bir takım yaratma, taraftarın seveceği türden baskılı oyun onun eseri. Ama takıntıları ve sinirli karakteri onu zor durumda bıraktı. En kritik maçlarda ya tribüne gönderildi ya da kendime hâkim olamadığı için oyunun kontrolünü kaybetti. Bazı oyuncularda gereğinden fazla ısrar etti. Oyuncu değişiklikleri bile zor değişti. Bir süre sonra takım takatten düştü. Geniş kadro verimi azaldı. Bu da kötü sonu hazırladı.

 Van Persie: Bu ülkeye gelen belki de en kariyerli futbolcuydu. Ama oynarımoynamam derken takım kimyasını bozdu. En çok da Fernandao’yu bozdu. Liyakatle form birbirine girdi. Böylece takım bir anda iki forvetinden de oldu. Forvetleri yeterince gol atamayan bir takımın şampiyon olması mümkün mü?

 Caner ve Diego: Yarımşar porsiyondan iki isim son düzlükte takımın dengesini bozdu. Caner koçun otoritesini sarstı, Diego en sevilen oyuncu Gökhan’ın. Son düzlükte onların yaptıklarıyla kimya bozukluğu iyiden iyiye açığa çıktı. İkisi birleşip tribünlerin bütünlüğünü tahrip eden bir nefret yarattı. İçerideki düzensizliği sanki onlar teşhir etti. İpler de orada koptu.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları