Barış Doster

AB, Türkiye’yi üye yapar mı?

02 Aralık 2020 Çarşamba

İktidarın iktisadi, siyasi ve diplomatik nedenlerle, uzun bir aradan sonra Avrupa Birliği (AB) üyeliğini yeniden gündemine alması AB tartışmalarını bir kez daha öne çıkardı. Herkes kendi gerekçesini sıraladı. Kimileri, Türkiye’nin, AB üyesi olmazsa çağdaş, uygar, demokratik bir toplum ve devlet olamayacağını öne sürdü. Kimileri, Türkiye AB üyesi olmazsa iktidarın otoriter yöneliminin daha da güçleneceğini dillendirdi. Kimileri Türkiye’nin zaten Avrupalı olduğunu söyledi. Peki ya AB Türkiye’yi nasıl görüyor? Türkiye’yi tam üye yapmak, AB’nin işine geliyor mu? Hep birlikte bunu tartışalım...

Birincisi, Türkiye’nin AB üyeliği, Türkiye’nin koşulları yerine getirmesiyle değil, AB’nin kendini küresel ölçekte nasıl gördüğüyle ilgilidir. Eğer AB; küresel güç olmak isterse, ekonomik, endüstriyel, teknolojik gücüne koşut bir politik, diplomatik, askeri güç sahibi olmayı arzularsa, bunun da maliyetine katlanmayı göze alırsa Türkiye’yi üye yapar. Eğer AB, ABD ve NATO’nun savunma ve güvenlik kalkanı altında yaşamayı yeğlerse, küresel güç olmanın maliyetine katlanmak istemezse Türkiye’yi üye yapmaz.

İkincisi AB, 1996’dan beri yürürlükte olan Gümrük Birliği (GB) sayesinde, Türkiye’nin iç pazarı, gümrük rejimi, dış ticaret rejimi üzerinde vesayet kurmuştur. Hem de Türkiye’yi üye yapmadan. Bu yönüyle Türkiye, AB üyesi olmadan GB üyesi olan ilk devlettir. Yani, kararların alındığı masada yoktur ama o masada alınan kararlara uymak zorundadır. Ekonomik açıdan Türkiye’den alacağını almış ve almayı sürdüren AB, Türkiye’yi üye yaparak büyük bir yükün altına girmez.

Üçüncüsü AB, Türkiye’yi alırsa Suriye, Irak, İran, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan gibi ülkelerle komşu olacaktır. Bunu istemez. Türkiye’yi bu ülkelerle arasında adeta tampon bölge olarak tutmayı tercih eder. Türkiye’yi, tam üyelik vaadiyle kandırır, bekleme odasında bekletir, mümkün olduğunca fazla ödün koparır. AB’nin bu politikayı değiştirmesi için bir sebep yoktur.

Dördüncüsü, AB’nin temel kurumlarından olan Avrupa Parlamentosu’na (AP) ülkelerin yollayacağı üye sayısı, ülkelerin büyüklüğüne, ekonomik gücüne göre değil, nüfusuna göre saptanır. AP üyeleri, yurttaşlık bağı üzerinden değil, politik görüş üzerinden gruplaşırlar. Bugün için Almanya, 84 milyon nüfusuyla, AP’ye en çok temsilci yollayan ülkedir. AB’nin kurucu, en büyük, en zengin ve lokomotif gücü olması yanında, en kalabalık ülkesi olan Almanya’da yaklaşık 4 milyon Türk yaşarken, Berlin Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemez.

Beşincisi, AB’nin küçük ve orta ölçekli ülkeleri, Türkiye’nin üye olması halinde, AB fonlarından Türkiye’ye büyük pay ayrılacağını, dolayısıyla kendilerine düşen payın azalacağını bilirler. Diğer gerekçeleri yanında, bu sebeple de Türkiye’nin üyeliğini istemezler. 27 üyeli AB’nin her bir üyesinin, Türkiye’nin tam üyeliğine karşı çıkmak için kendilerince farklı sebepleri olduğu gibi, ortak nedenleri de vardır. AB, Türkiye karşıtlığında en çok Yunanistan’ı öne sürer. Berlin’in, Paris’in, Brüksel’in düşüncelerini Atina’ya söyletir.

İhtiyaçlar değişince ittifaklar da değişir

Altıncısı, Türkiye yönünü, Cumhuriyet’le birlikte değil, ondan çok önce Osmanlı Devleti döneminde Avrupa’ya dönmüştür. Osmanlı, bir Balkan imparatorluğudur. En güçlü dönemlerinde Viyana kapılarına dayanmıştır. Avrupa devletler sistemi içinde olmayı tercih etmiştir. Lale Devri’nde ilk geçici elçileri Avrupa’ya göndermiştir. Tanzimat ve Islahat fermanları ile Birinci ve İkinci Meşrutiyet ile Avrupa’ya yönelimini pekiştirmiştir. Fakat bu tarihsel yönelim başka, AB üyeliği başkadır. İkisi birbiriyle karıştırılmamalıdır. AB bir uygarlık projesi değildir. Politik, diplomatik, ekonomik bir projedir. Dahası, uygarlığın patent bürosu değildir. Emperyalist bir projedir. Bunu görmek için kurucularına, kuruluş sürecine, kurulma gerekçelerine bakmak, AB projesine ABD’nin verdiği desteği bilmek yeterlidir. Türkiye Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet devrimi ile yönünü çağdaşlığa, uygarlığa dönmüştür. Uygarlık ve çağdaşlığın yolu, aklı ve bilimi rehber edinmekten geçer, AB üyesi olmaktan değil.

Yedincisi AB; para birliği, gümrük birliği başta olmak üzere pek çok konuda ve mevzuat başlığında başarılı olmuştur. Ortak dış politika, ortak savunma ve güvenlik politikası, ortak anayasa gibi konularda ise başarısızdır. Salgın hastalıkla mücadelede sınıfta kalmıştır. Büyük üyeler, küçük üyelere sahip çıkmamıştır. Bu da diğer sebeplerle birlikte, AB üyesi ülkelerde, Almanya, Hollanda, Fransa dahil, aşırı sağcı, ırkçı, Müslüman, Türk, göçmen karşıtı akımları güçlendirmiş, AB karşıtı partilerin tabanını genişletmiştir. AB’nin geleceğine ilişkin tartışmaları alevlendirmiştir.

Sekizincisi AB, Türkiye’nin taraf olduğu ikili ve çok taraflı tüm anlaşmazlıklarda karşı tarafı destekler. Sözde soykırım iddialarına, PKK - PYD - YPG ve FETÖ gibi terör örgütlerine verdiği destek bunun kanıtıdır. Ege’de, Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ta, Suriye’de, Irak’ta, Libya’daki politikaları bunun kanıtıdır. Sevr Antlaşması’nı çağrıştıran dayatmaları, Türkiye’nin terörle mücadelesine karşı çıkması bunun kanıtıdır.

Dokuzuncusu, Türkiye ne yaparsa yapsın, ne kadar ödün verirse versin, son toplamda tarihsel, siyasal, kültürel kimliğiyle, Müslüman nüfusuyla, Doğulu, Asyalı karakteriyle, Avrupa’nın ötekisidir. Avrupa’nın bilinçaltında, tarihsel hafızasında, günlük siyasetinde, kültürel kodlarında Türkler ötekidir. Doğulu, Asyalı, Müslüman bir ulustur. Avrupalıların gözünde, Türkiye’nin dış ticaretinin yarısını AB ile yapması, en kalabalık Türk diasporasının Avrupa’da yaşaması, Türkiye’den ayrılmak zorunda kalan İslamcının da ülkücünün de solcunun da öncelikle Avrupa’ya gitmesi, Türkiye’yi Avrupalı yapmaz.

En önemlisi şudur: Dünya, çok kutuplu, çok merkezli bir yapıya evrilmektedir. AB bu kutuplardan birisidir. En güçlüsü değildir. Türkiye’nin coğrafi konumu, jeopolitik önemi ise bize çok yönlü, çok boyutlu bir dış politika izlemek için büyük fırsat ve seçenekler sunmaktadır. Türkiye, asla gerçekleşmeyecek AB üyeliği peşinde koşmak yerine, tarihine, coğrafyasına, ticari ilişkilerine, enerji gereksinimine, dünyanın Atlantik’ten Asya - Pasifik’e, Avrasya’ya kayan ekonomik ve politik ağırlığına koşut olarak kendi özgün, bölge merkezli dış politika rotasını oluşturmalıdır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları