Bedri Baykam
Bedri Baykam bedri.baykam@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Havana’danStrasbourg Notları

03 Şubat 2015 Salı

Türkiye’de Perinçek-İsviçre davası nasıl yaşandı, tahmin edebiliyorum. Olayın boyutlarını ve ülkenin imajına dev getirilerini algılayabilenler alkışlarken, kimileri dudak bükmüş ya da aleyhte fiilen çalışmışlardır!
Davayı AİHM’de fiilen izledikten ve Ulusal Kanal’ın coşkulu toplantısına katıldıktan sonra “Che ve Küba Devrimi” kitabımın yeni ve genişletilmiş baskısının hazırlığı için Havana’ya uçtum. Küba izlenimlerimden önce Strasbourg notlarımı paylaşmak istedim. Çünkü nisanda, soykırım konusu tsunami gibi üzerimize gelecek.
Öncelikle Strasbourg rüzgârını küçümseyen ve hatta “faşistler” diye sahtekârca tanımlamaya kalkan o “soykırımla yüzleşin”cilere bir çift lafım var: Sayenizde Ermenistan ve Ermeni kardeşlerimizle doğru dürüst bir barış sağlanamayacak. Çünkü provokasyonlarınız nedeniyle tersine ip gerildikçe geriliyor. Zavallılık, Batı emperyalizmine kökten bağlılık gibi nedenlere dayanan bu yalakalıktan, kendi ulusunu lekelemekten ve yargısız infazdan sadomazo bir keyif alıyorlar. Ne yazık ki bir Türk derneği, utanmadan kendi topraklarımızda iflas etmiş Ergenekon davasının binlerce sayfalık absürd ve “Kafkaesk” metinlerini Strasbourg’a karşı taraf adına yollamaya bile tenezzül etti!
Bazen hukukta veya bir polemikte, karşı taraf, o kadar çarpıcı mantık analizleri veya kontrataklar yapar ki, hayranlığınızdan karşı koyma refleksleriniz körelir. İsviçre ve Ermenistan avukatları ise zekâdan, yaratıcılıktan ve hatta kimi anlarda hukuk üslubundan öyle uzak savlar öne sürdüler ki, bırakın bu çelişkili duyguları,mesleklerinden utandım. Örneğin ömür üstünden koca bir sıfır alan Geoffrey Robertson, seviyeyi yerlerde gezdirerek Perinçek’in “politikacı diye adlandırılan bir ırkçı” olduğu savından yola çıktı! Perinçek’in İsviçre’ye özellikle tutuklanmaya geldiğini, elle tutulur hiçbir argümanı olmadığını, bir AİHM’nin ise katliamlar ve gaz odalarının varlığını nasıl sorgulayabileceğini anlamadığını, en saldırgan ve ırkçı tonla söyledi durdu. Perinçek’in argümanlarını öne çıkarabilmesi için önce ortada bir tartışma özgürlüğü olması gerektiği, konunun Yahudi soykırımıyla eş tutulabilmesi için mevcut bir dava girişimi bile yaşanmadığını, Perinçek’in ömre yayılan siyasi kimliğini Batı ırkçı önyargısıyla aşağılamaya çalışırken esas kendini bitirdiğini düşünemedi. Mahkeme dışında barışçıl bir gösteriyle -hiçbir Ermeni düşmanlığı yapmadan-bayrak sallayan “Şu Çılgın Türkler”e bir kolonyalist emperyalistin tavrıyla saldırırken, kendi maskesini düşürdüğünü hesaplayamadı!
Büyük medyatik gösterilerle sahne alan ve dolgun “kaşe”sini hak etmek için en melodramatik edebi üslupla cümleler kuran, şöhreti George’dan menkul Amal Clooney’nin ise hâkim, “Ermenistan’a ayrılan vakit bitti” deyince hevesi kursağında kaldı. Ermenistan’ın mahkemeye ek kanıt sunabileceği ve Osmanlı’nın
o yıllarda Ermeni ırkının kökü-nü kazımaya çalıştığı şeklinde, davanın özüyle ilgisi olmayan sözleri orta yere koyup dava bitiminde korumalarla kaçırılan star tavrıyla kayboldu gitti! Halbuki ortada ne sarılmak için bekleyeni vardı, ne de üstüne yumurta atanı!
İsviçre’nin bir şeyler dene-yen çelişkili savları da gerek Perinçek’in avukatı Christian Laurent Pech’ten, gerekse Türkiye’nin avukatı Stefan Talmon’dan hak ettiği yanıtları aldı. Federal Mahkeme’nin hangi verilere dayanarak “insanlığa karşı suç” ve “ırkçılığa dayanan nefret söylemi”nden söz ettiğini hiçbir şekilde somutlaştıramadı. “İsviçre’de kamuoyunun genel düşüncesiyle oluşmuş konsensüs”, hukuki boş bir veri olarak öne sürülürken Talmon’un şu sorusu yanıtsız kaldı: “Kendi mahkemenizin bile soykırım olduğuna dair bir kararı yokken, tartışmayı yasaklamasının hukuki dayanağı neydi?”
Dava günü, salondan yayın yapan Ermeni televizyonuna da bunu net söyledim: “İki halkın kavgayı sonlandırması, sınırları açması ve barışı da, yine özgür tartışmadan ve bu davadan geçiyor.
Zaten Türkiye’ye karşı bu tek yönlü linç kampanyasının ve bu hukuki garabetin yıllardır sürebilmiş olmasının kökeninde Batı’nın gizli ırkçılığı ve önyargıları yatıyor. Aynen “Modern Sanat Tarihi, Batı’nın bir oldubittisidir” derken ifade ettiğimiz gibi! Gücün yetiyorsa ve “Soykırım anıtları ve tartışma yasakları” peşindeysen, neden ABD’nin Kızılderili veya Iraklılara, İspanyolların Aztek ve İnkalara, Fransızların Cezayirlilere yaptıklarından yola çıkmıyorsun? Yoksa gerçekten büyük Batı bu kadar gözü kara bir ortaçağ haçlı kulübü mü?
Son sözüm ülkemizdeki kinden beslenen kavga ittifakına: Nereye kadar yolunuz varsa gidin, ama artık Hrant’ın yakasından düşün! Körüklemeye çalıştığınız iç kargaşaya o güzel insanı alet etmeyin!
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kâbus gibi bir kasım... 28 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları