Trump, Clinton, Türkiye’nin tercihi

30 Eylül 2016 Cuma

Dünyanın girdiği yeni iklimde, kapitalizmin yapısal kriz ortamı, sığınmacı kaosu ve yükselen milliyetçi dalga eşliğinde hava fırtına yüklü desek yeridir. Patlayıp patlamayacağı, nasıl ve ne vakit. Kestirmek zor. Bildiğimiz, dünyanın herkesin kafa tuttuğu ‘düşüşteki’ süpergücü ABD’de 8 Kasım başkanlık seçiminin bu iklimi derinden etkileyecek olduğu. Türkiye’nin 15 Temmuz darbe girişimi sonrası iyice içine sürüklendiği girdabı da öyle...


Çarşamba yazısında ABD’de Demokratik ve Cumhuriyetçi partilerin adayları Hillary Clinton ile Donald Trump’ın ilk başkanlık tartışması vesilesiyle yönelimlerine baktık. Bugün de Türkiye açısından durumu anlayıp, terazinin kefelerini tartalım.

***

Küreselleşmeyle yayılan liberal demokratik zihniyetin yerini giderek popülist ve otoriter liderlikler alırken, uluslararası siyasetin adabı, edebi de bozulmakta. Geçmişte Kaddafi tipi nev-i şahsına münhasır kişilikler vardıysa da artık zirvelerde birbirlerine ‘verip veriştirenlerden’ geçilmez oldu. Bu eğilimden Batılılar da azade değil. Amerika’daki tezahürü malum, Donald Trump.

***

Türkiye hükümetleri ABD başkanlığı için genelde retorik olarak bile ‘demokrasi’ derdi olmayan Cumhuriyetçileri tercih ederler. Klasik kalıba uymasa da Trump, üslubuyla şu anki Türkiye yönetimi için ‘biçilmiş kaftan’. Popülizmin dibine vurabilen emlak kralı, ‘içinden geldiği gibi’ savuruyor. Geçen sene Batı ülkelerindeki terör saldırıları sonrasında yaptığı ‘ABD’ye Müslümanları sokmamak’ çıkış hariç tutulursa, tarzının AKP tabanında heyecan yaratması şaşırtıcı değil. ‘Tavan’ açısından da‘darbe girişimine karşı popülist övgü yüklü’ söylemi beğeni almıştı. Lakin zaten Trump’ın genel olarak ‘müdahalecilik karıştı’ dünya görüşüyle tutarlı olan bu mesajının ötesinde çok sorunlu bir alan var. Suriye.

Ankara için dış politikada asli mevzu Yeni Osmanlıcı dış politikayla gözün dikildiği Suriye. Bu adeta bekaa sorunu. 15 Temmuz sonrası Türkiye’yi bataklığa saplamış Suriye politikasının; gömülmek ne kelime, uygulama alanı bulduğunu defalardır yazıyorum. Ve Trump’ın sağı solu belli olmayacak olsa bile şu an Suriye’den yola çıkan mesajları iki ucu keskin bıçak misali.

***

Nedir onlar?

* Suriye’de odağı tek: ‘IŞİD’ı yok etmek’. Bu mevzuda Obama’dan bile keskin. Müttefiklerle hareket etmek ne kelime, işi Washington’da ezeli hasım görülen Rusya’ya havale etmekten yana: “Eğer Putin gidip IŞİD’i cehenneme yollamak istiyorsa yüzde 100 arkasındayım.”


* Trump diyor ki, “Kaddafi şimdi iktidarda olsaydı daha iyi olurduk. En azından bu kadar terörizm olmazdı, onlar teröristleri öldürüyorlardı”; yani ‘demokrasi retoriğine’ ihtiyacı yok, Arap modernleşmeci ulus devletleri kafi. Suriye’de de nitekim “Esad kötü adam ama o sözde isyancıların kim olduğuna dair bir fikrimiz yok. Beter olabilirler” diyor. Sonra“Libya, Irak’a bakın. 2 trilyon dolar harcadıktan sonra yarattığımız bataklığa bakın. Binlerce hayat, yaralı askerler her yerde ve elimize geçmiş bir şey yok”.


* “İslam değil, radikal şiddet yanlısı İslam’dan korkulmalı. Çok sayıda Müslüman tanıyorum. Ama bir sorun var. Dünyanın her yerine yayılan” diyor; yani ‘öfkeli çocuklardan’ hazzetmiyor, siyasal İslam yatırımı yapacağı pek şüpheli.


* Şimdilik söyleminin tamamlayıcıları “İran’ın nükleer programını tümden durdurmak, İran ile özel ilişkiyi pekiştirmek, Kuzey Kore’ye karşı güç bile kullanmak.” Tabi “IŞİD’i bitirmek için Irak petol yataklarını vurmak”, “petrole el koyup savaş mağdurlarına dağıtmak” gibi tuhaf şeyler salık verdiğini de unutmamalı.

***

Trump ‘Önce Amerika’ sloganıyla “Ülkemizin“Demokrasi ihracı ve insani gerekçeli müdahalelerle uğraşmamalıyız. Böyle giderse üçüncü dünya savaşı çıkar”  çok sorunu var. Biz ne yaptığımızı bilmezken başka ülkelere nutuk çekmek çok zor”, da diyor. Tabii ‘tek taraflı ve agresif eylemi’ dışlamaması ayrı sorun. Misal, “Şu anda ülkemizde çok fazla zorluklarımız var ve bence uğraşmamalıyız. Çok daha saldırgan olacağımız zamanlar gelecektir ve daha agresif olmak muhteşem olacak”.


Trump’un bu haliyle ‘eylemsizliği’ Ankara’nın işine gelir gibi görünse de meydan Rusya’ya kalacağından kazın ayağı hiç öyle olmaz. Kendisinin sergileyebileceği potansiyel agresyon da cabası.

***

‘Yaptıkları yapacaklarının garantisi’ Clinton ise Ankara için doğrusu en sağlam tercih olur. Amerikan emperyal gücünün pahalı liberal müdahalecilik projesinin ‘stratejik müttefiki’ olmak.


Türkiye beş senedir ne ettiyse Obama’yı Suriye sahasına indiremedi, ‘tampon bölge’, ‘uçuşa yasak bölge’ gibi arzuları ile‘eğit-donat’ ve hatta karada kısmi Amerikan askeri bulundurmak ise Clinton için öncelikli. Dolayısıyla 15 Temmuz sonrası Obama yönetimine çatmalara, Fethullah Gülen’in iadesi taleplerine takılmayın. G20 zirvesinde Obama ile görüşüldüğünde derhal kuşanılan ‘stratejik ortaklık’ söylemine bakın. O mesaj 8 Kasım’da resmen ‘topal ördek’ konumuna düşecek Obama’ya değil, yerine gelecek Clinton’a verildi. Suriye Kürtleriyle ilgili, yahut Demokratların demokrasi söylemiyle ilgili pürüzlerin aşılması yolu ortak güvenlik çıkarları bakiyken de bulunur elbet. Böylece Davutoğlu ile 2012’de yapılmış ‘çak çak’ mana kazanmış olur.


Türkiye’yi yöneten siyasal İslamcıların ABD’ye itirazı yok. Bir koyup üç almanın çok ötesindeki ‘fetihçi’ ruhla mevzunun kendi üzerinden dönmesi. Emperyalizmin ‘kullanışlı aracı olurken, onu kullandığını zanneden’ bir zihniyetten söz ediyoruz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD’de darbe tehdidi 7 Eylül 2018
Zaharçenko darbesi 5 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları