Coşkun Özdemir

Köy Enstitüleri Kapatılmasaydı

21 Şubat 2010 Pazar

Menemen olayının ardından kurulan ve yurdun dört bir tarafına yayılan Halkevlerinden, oradaki çok yönlü kültür sanat etkinliklerinden, çocukluğumda Urfada izlediğim tiyatrodan, yüzme yarışlarından nostalji duyguları içinde çok sık söz ettim. Tabii o benzersiz eğitim kurumları Köy Enstitülerini de çok andım. Bunlar birer aydınlanma odakları idiler. Doğaldır ki tutucular bu ikisinden de hiç hoşlanmadılar.

İlk fırsatta harekete geçtiler. Önce o eşsiz insan, büyük eğitimci Hasan Âli Yücel harcandı. Çok partili düzene adım atacağımız günlerde doğunun güçlü ağası Kinyas Kartal, gelip Cumhurbaşkanı İnönüye Paşam bu okulları kapat yoksa doğudan oy alamazsın demiştir. Milli Şefin bu baskılara karşı tutumu tartışma konusudur. Ama gerçek şu ki Lozan kahramanı bu baskılara direnememiştir ve Demokrat Partinin iktidara gelişiyle bu güzelim okullar Halkevleri ile birlikte kapatılmıştır.

Dönüm noktası

Bu iki kurumun yok edilişi Türkiye Cumhuriyeti için bir dönüm noktasıdır ve geleceğimizi karartan bir gelişmedir. Atatürk devrimlerinin, aydınlanmanın önünün kesilmesidir, yıkıcı bir karşıdevrim hareketidir ve bir çeşit halk ihanetidir. Türkiyenin yakın tarihini, bugününü ve yarınını TV ekranlarında tartışanların buna önemle vurgu yapmamalarını hayretle karşılıyorum.

Uzun bir hikâyenin özeti bu karşıdevrim bugüne kadar sağ iktidarlarca devam ettirilmiştir. Bu iktidarlar Atatürkün akıl ve bilim mirasını hiçbir şekilde benimsemediler. Bilinçli yurttaş yetiştirmekten korkmuşlardır demek abartma olmaz. Feodal düzene dokunmadılar, toprak reformu yapmadılar. Bugün Cumhuriyetin 87nci yılında ortalama 4 yıl eğitim görmüş bir halka sahip olmamız gibi bir utancın açıklaması budur. Eğer iktidarlar Atatürkün devrimlerine ve aydınlanma mirasına sadık kalsalar ya da Köy Enstitülerini yok etmeyi başaramasalardı bugün bu iç karartıcı, yürek yakıcı durumda olmayacak, ilkel bir toplum manzarası göstermeyecek, böylesine bölük pörçük ve adeta düşman kamplara bölünmüş olmayacaktık.

Tuzağa düşmeyecekti

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üst kimliğinde buluşan Türk ve Kürt halkı etnik ayrılık tuzağına düşmeyecekti. Ermeni, Yahudi, Çerkez, Süryani, Çeçen, Arap tüm farklı etnik kökenden gelenler bilinçli yurttaşlar olarak bir arada sömürüye karşı mücadele edeceklerdi. Kalkınan, gelişen, sosyal adalete öncelik veren bir yönetimde genç çocuklarımız dağlarda birbirini vurmayacaktı.

Dağlardaki çocuklardan Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mehmet Başaran gibi şairler, yazarlar, romancılar çıkacaktı. Memleket dahilinde iktidara sahip olanlar Cumhuriyet değerlerine bağlı kalsalardı, demokrasiyi araç değil amaç olarak görecek; 10 Kasımlarda Cumhuriyetin kurucusu huzurunda sap gibi değil saygı ile duracak; laikliği, çağdaşlığı, aydınlanmayı benimseyecek; cumhurbaşkanlığına dindar kişi aramak için İyi ki bunlarla savaşa girmedik gibi yakışıksız ifadelerle Türk ordusunu küçümsemeyecekti.

Bu orduyu lağvedip yeni ordu kuralım diyen profesör unvanlı kişiler ve benzerlerine de hiç ama hiç tanık olmayacaktık. Devrimleri, laikliği, kalkınmayı, çağdaşlaşmayı benimseyen, Atatürkü anlayan Türk ordusu da doğaldır ki böyle bir ülkede darbe planları yapmak için hiçbir gerekçe ve bahane bulamayacaktı.

12 Mart, 12 Eylül felaketlerini yaşamayacak, bugün bitmez tükenmez darbe tartışmalarıyla darbe manyağına dönmeyecektik. Siz isterseniz halifeliği getirebilirsiniz; Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz; Eyi gitti eyi gitti(Allende için); Asmayıp besleyelim mi; Demiryolları komünistliktir, benim memurum işini bilir; Kurşun atan da yiyen de kahramandır; Bir insan hem laik hem Müslüman olamaz; Ulemaya soralım söylemlerinin sahipleri siyaset sahnesinde yer alamayacaklardı. Gelir dağılımı bu kadar adaletsiz olmayacak, hükümetler ekonomide bu derece dışa bağımlı ve işbirlikçi olmayacaktı, bağımsızlığımızı koruyabilecektik. Anadoluda töre cinayetleri utancını, bu büyük ayıbı yaşamayacak, kadın erkek eşitliğini gerçekleştirmiş olacaktık.

Kendi diniyle vurulmak

Türk halkı akla, bilime, hümanizme dayanan, felsefeyi dışlamayan bir eğitim görmüş olsaydı, kafasındaki İslamda batıl inançlar, hurafeler olmayacak, Yaşar Nuri Öztürkün deyimi ile halk kendi dini ile vurulmayacak, Allah ile aldatılmayacaktı. Yine o halk oyunu, aydınlanmaya, emeğe karşı olanlara değil toplumculuğu ilke edinen emeğe değer veren, o sınıfın çıkarlarını savunan partilere verecekti.

Ülkede bu kadar cahilce trafik kurbanları vermeyecektik. İnsani gelişmişlikte, basın özgürlüğünde, kadın haklarında, yargı bağımsızlığında dünya ülkeleri arasında bu kadar gerilerde yer almayacaktık.

El sıkmayan üniversite mezunları, kaymakam ve valiler hatta üniversite hocaları olmayacaktı ülkemizde. İşsiz, yoksul, kömüre, pirince, bulgura muhtaç edilen ve karşılığında oy istenen insanlarımız varsa bundan ötürü büyük vicdan azabı ve suçluluk duyacaktık.

Prof. Dr. Coşkun Özdemir



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları