Önceki gün, 14 Aralık, Avrupa’da yakın tarihin gördüğü en büyük halklar boğazlaşması olan Bosna Savaşı’na son veren Dayton Anlaşması’nın tam otuzuncu yıldönümüydü. Fakat ABD patentli bu barışın ne kadar uzun süreceği, büyük devletler arasındaki güç dengesine bağlı.
Balkanlar, geçmişten bu güne, dünyada merkez bölgeden ziyade, çevre bölge olagelmiştir. Buna karşılık kuzeyden güneye, doğudan batıya yolların kesişim noktasında olması nedeniyle her dönem bölge dışı büyük güçlerin göz diktiği bir yer olmuştur. Fakat çatışmaları sadece dış güçlerle açıklamak da gerçekçi değil; Balkanlar’ın tarihi, yüzlerce yıl yan yana yaşamış fakat birbiriyle karışmamış halkların çatışmasıyla dolu.
Bosna Savaşı (1992-1995), Yugoslavya’nın 1991’de başlayıp 2008’de Kosova’nın bağımsızlık ilanıyla sonlanan dağılma sürecinin en kanlı kısmıydı. “Yugoslavya” kelime anlamı olarak “Güney Slavları ülkesi” demek. 1944-91 arasındaki sosyalist Yugoslavya’yı oluşturan federe birimlerin hepsi, Slav kökenli etnik grupların cumhuriyetleriydi (Sırbistan bünyesinde özerk bölgede bulunan Arnavutların durumu ayrı bir hikâye) Yugoslavya gibi bir devlet ilk kez, I. Dünya Savaşı’nda Avusturya Macaristan’ın dağılması ve buradaki Slavların Sırbistan’la birleşmesi ile kuruldu. Ne var ki Sırplarla Hırvatları birbirinden ayıran Sava Nehri tarih boyunca pek çok şeyi birbirinden ayırmıştı. Sırplar Bizans’ın etki alanına girerken Hırvatlar Roma’nın alanına girmiş, Sırplar Ortodoks olurken Hırvatlar Katolik olmuş, Sırplar Osmanlı’nın alanına girerken Hırvatlar, Avusturya egemenliğinde kalmıştı. Bu farklılıklar, ilk Yugoslavya zamanında uzlaştırılamayacak, hatta II. Dünya Savaşı yıllarında Hırvat ve Slovenlerin çoğu, Almanları kurtarıcı olarak karşılayacaktı. Bu durum, Nazi zulmüne uğrayan Sırpların hafızasından silinmeyecekti. 1991’de Almanya’nın uluslararası siyasete aktif dönüşüyle birlikte ilk icraatı da Yugoslavya’nın bölünmesini desteklemek olmuştu. Bu, hiç şüphesiz Sırpların II. Dünya Savaşı anılarını canlandırdı. Slovenya ve Hırvatistan, Sırpları geri olarak görüyor ve Batı’ya ait olmaya can atıyordu. Slovenya ve Hırvatistan’ın nüfusları nispeten homojen olduğu için, ayrılmaları çok zor olmadı.
Bosna’daysa etnik grupların oranı dengedeydi. O nedenle buradaki savaş çok kanlı oldu. Bosna Müslümanları bizde zannedilenin aksine Türk değil, Osmanlı döneminde Müslümanlığı benimsemiş olan Slavlar idi (TBMM İnsan Hakları Komisyonu, 1992’de Bosna’ya giderken Boşnakları Türk zannettiği için, yanlarına tercüman almamış ve gerçek durumu anca Saraybosna Havalimanı’nda öğrenebilmişti!). Hırvat ve Sırpların arkasında Hırvatistan ve Sırbistan’ın olmasına karşılık Boşnakların yakın bir komşu desteğinden mahrum olması da onları mağdur etti.
BALKANLAR’DAKİ DENGE
Bosna Savaşı ilk patladığında dönemin ABD Dışişleri Bakanı James Baker, “We don’t have a dog in this fight” (bu savaşta çıkarımız yok) diye kestirip atmış, fakat 1995’te savaş ABD’nin bastırmasıyla sona ermiş, böylelikle sonunda Balkanlar’a ABD düzeni egemen olmuştu. Tıpkı 1878 Osmanlı Rus Savaşı sonrasında tarafları Berlin’de toplayan Alman Başbakanı Bismarck’ın, “Balkanlar’daki bütün Alman çıkarları, bir tek Pomeranyalı askerin kemiklerinden kıymetli değildir” demesi, fakat Balkanlar’da Alman düzenini egemen kılması gibi. Ne var ki Balkanlar’da Berlin Kongresi’yle oluşan denge, Büyük Güçler arasındaki dengenin bozulamsıyla çökmüştü. Dayton düzeni de Bosna’daki çatışma ortamını dondurmayı başarsa da yok edebilmiş değil. Bosna’nın başında, büyük devletlerin belirlediği bir yüksek temsilci var. Bu haliyle de Balkanlar’daki denge, büyük güçler arasındaki dengenin değişmesiyle birlikte yeniden bozulma tehlikesi içeriyor.