Adadayım. Dün merkeze indim. Güneşli, güzel bir hava; meydandaki pastanenin kaldırıma çıkarılmış masalarından birine oturdum, bir kahve söyledim.
Yan masada 50-60 yaşlarında üç erkek ancak dikkat kesilirseniz duyabileceğiniz bir sesle tartışıyorlar. Merak bu ya, kulak kabartıyorum. Konu akil insanlar. İçimden, “Bizim Gökçeadalılar da havaya girmişler” diye geçiriyorum. Şivesinden eski bir Isparta köylüsü olduğunu çıkardığım şişmanca olanı, “Mutlaka buraya da gelmeliler” diyor. Sağında oturan, çayını höpürdeterek içeni aynı fikirde değil; “Zaten her akşam televizyondalar, görüp de ne yapacaksın?” diyerek itiraz ediyor. Üçüncü adam hiç konuşmuyor, fakat kim ne söylerse başını sallayarak onaylıyor. “Oportünist” bir kişiliği olduğunu düşünüyorum. Tartışma bu çizgide sürüp gidiyor.
Ben de ister istemez beyinsel olarak tartışmaya katılıyorum. Eski Isparta köylüsü kendi açısından haklı; zaten konumu itibarıyla bir “mahrumiyet” bölgesi olan ada niçin bir de kanlı canlı bir akil insan görmekten “mahrum” olsun? Onun da torunlarına anlatacağı heyecanlı bir öyküsü olmalı!
Aslında 50-60 yıllık hayatında mutlaka bir akil insanla karşılaşmıştır. Çünkü adada da böyle “ilim irfan sahibi”, “arif”, “kâmil”, “usul erkâna vakıf”, “adabı muaşeret nedir, bilen” insanlar var. Fakat o bunun farkında değil, zira “akil insan”a kendince daha farklı anlamlar yüklüyor. Onu dinledikçe bu yargım pekişiyor.
Doğal ki haklı olduğu yerler de yok değil! Toplumumuz Cumhuriyet tarihinde ilk kez “tescilli” akil insanlarla tanışıyor. Bu insanların “akil” nitelikleri Dolmabahçe Sarayı’nın tarihsel atmosferinde bizzat Başbakan tarafından tescil edilmiş. Bu “müseccel akil insan” olma durumunun toplumda özel bir merak uyandırmasını anlayabiliyorum.
Konuya ilişkin benim hiçbir merakım yok desem yalan söylemiş olurum, çünkü var. O insanlardan kimileriyle olan hukukumuz yıllar öncesine uzanıyor; birlikte maceralara girişmişliğimiz, yemiş içmişliğimiz, eğlenmişliğimiz var. Şimdi birdenbire karşıma “müseccel akiller” olarak çıkıyorlar. Birbirimize bundan böyle nasıl davranacağız?
Bilemiyorum.
Benim işim nispeten kolay, fakat onların işi hiç kolay değil. 76 milyon arasından seçilen 63 kişilik bir “akiller” heyetine bizzat Başbakan tarafından “tensip edilerek müseccelleştirilmenin” omuzlarına taşınması ağır bir yük yükleyeceğini düşünüyorum. Nasıl kalkacaklar bu yükün altından?
Siz siz olun, sakın “Bize ne? Kendileri düşünsün!” demeyin. Unutmayın ki onlar bundan böyle ne yapacaklarsa bizim için yapacaklar. Bizim huzurumuz, bizim refahımız, bizim saadetimiz için çalışacaklar.
Bir ara içimden yan masaya seslenip “Ben onları tanıyorum” diye övünmek geçiyor. Vazgeçiyorum. En iyisi onlardan bir ikisini adaya davet etmek. Bu pastanede onları ağırlar, ahaliye de “Vay be, ne adammış…” dedirterek çalım satarım.
İyi olmaz mı?
Akil Kişi Olmanın Dayanılmaz Ağırlığı
Yazarın Son Yazıları
Veda
Cumhuriyet Halk Partisi: Yeniden (2)
Cumhuriyet Halk Partisi: Yeniden (1)
Ağlamak
Mutlu sona doğru
Yorgunluk
Tatarböreğini sever misiniz?
Dertleşme
Elinizi tutan mı vardı?
Abdullah Gül: Nereden nereye?
Baskın
İzmir bir başka…
Cumhurbaşkanı’nın sözleri
SAPTAMALAR 2
Saptamalar
Hayatın içinden: Türkiye - ABD ilişkileri (10)
Hayatın içinden: Türkiye-ABD ilişkileri (9)
Hayatın içinden: Türkiye-ABD ilişkileri (8)
Hayatın içinden: Türkiye-ABD ilişkileri (7)
Hayatın içinden: Türkiye- ABD ilişkileri (6)
Hayatın içinden: Türkiye- ABD ilişkileri (5)
Hayatın içinden: Türkiye-ABD ilişkileri (4)
Hayatın içinden: Türkiye-ABD ilişkileri (3)
Hayatın içinden: Türkiye- ABD ilişkileri (2)
Hayatın içinden: Türkiye-ABD ilişkileri (1)
Hayalet gemiler
Gecede İstanbul Deniz Kavukçuoğlu yazdı...
Gerçeklerimiz
Ne yazacağını bilememek
Akıntıya karşı durmak
Dünden bugüne
Şiddet ve eğitim
Bunlara mecbur muyuz?
Hayatın içinden
‘Bir telefonu bile yok!’
Umut
Diren Gökçeada!
Çürüyen çöp, çürüyen insan
Polisiye filmi izler gibi
Singapur’dan Türkiye’ye