Deniz Yıldırım

Fare ile Dağ

23 Ekim 2021 Cumartesi

Yetişkinler dünyasının acımasız rekabet koşullarını, eşitsizlik distopyasını anlatmak için çocuk oyunlarını kullanmak yerine (Squid Game adlı dizide yapılan bu), çocuk oyunlarındaki, masallarındaki, edebiyatındaki “daha iyi bir dünya” hayalini, olanaksız görünenlerin olanaklılığını yetişkinler dünyasına geri getirmeye ihtiyacımız var.

İşte böylesi ütopyalar üzerine düşünürken, bugünün sorunlarını çözmek adına güzel bir masal geldi aklıma. A. Gramsci, Mussolini faşizminin zindanında bile üretmeyi sürdürürken eşine, çocuklarına mektuplar yazıyordu. Bu mektuplardan birinde (1 Haziran 1931), çocuklarına okunmasını istediği bir masal bulunuyordu. Bu masal, yoklukla, savaş koşullarındaki yoksullukla, doğanın sömürülmesi ve ormansızlaşmayla sınanan kuşakların destanı olarak da görülebilir elbette.

“Fare ile Dağ” adını taşıyan ve dilimize de kazandırılan bu masalda (Desen Yayınları, Özgür Gökmen’in çevirisiyle) bir çocuk uyuyor, aç aç uyandığında ise sütünü farenin içtiğini görüp başlıyor ağlamaya. Fare, bu noktada çözüm aramaya yöneliyor. Keçiye gidiyor, keçi yiyecek ot bulabilirse süt verebileceğini söylüyor. Oysa her yer kurak, çorak. Keçi de aç. Bunun üzerine, savaşta zarar görmüş çeşmeye gidiyor fare. Görüyor ki su var, fakat boşa akıyor. Tamir edilmesi için duvarcı ustasını buluyor; fakat usta, “Taş yok” diyor, taş bulmasını istiyor. Sonunda fare, dağa gidiyor. Görüyor ki dağ ağaçsız, ormansız bırakılmış, vurguncular tarafından sömürülmüş. Çıplak kalmış. Fare durumu anlatıyor, taşları serbest bırakmasını istiyor. Çocuk sütünü içip büyüyünce dağı ağaçlandıracak, diyerek sözler veriyor. Sonunda dağ, taşlarını bırakıyor. Çeşme tamir ediliyor, kuraklık gideriliyor, keçiler hem doyuyor hem de sütü paylaşıyor, çocuk büyüyor ve farenin verdiği sözü tutuyor. Ağaçlar büyüyor, orman gelişiyor. Doğa kendine geliyor.

Bu kısacık ve müthiş masalda ne çok şey var günümüzü ilgilendiren. Bugün insanlığın karşı karşıya olduğu yıkıcı sorunların çözümü için de doğru program saklı bir kere. Dayanışma var; kâr odaklı değil, karşılıklılık ve ihtiyaçlar odaklı bir ekonomik/ekolojik model var. Karşılıklı verilen sözlere güven var. Savaşların tahribatına eleştiri var. Kaynak var (örneğin harap olmuş çeşmeden su boşa akıyor), fakat bu kaynakların yerinde ve doğru kullanılmaması sorunu da var. Dolayısıyla çözümde planlama var. Kaynakların insan, doğa ve diğer canlılar arasında bir dengeye göre uyumlulaştırılması, pay edilmesi var. Ve bir de sorunu başkasının payından eksiltince fark eden farenin giderek çözümde öncüleşmesi var. 

Masal ama gerçekçi masal bu. Olağanüstü kahramanların, hiç hata yapmayan hayali öncülerin ortaya çıkmasını ummaktan ya da dünyevi sorunlara ilahi çareler beklemekten öte bir gerçekçilik karşımızdaki. Farenin konuşması bile, dünyanın yıkımını izlemekten daha gerçekçi. Eksilten fare, çoğaltıyor. Kendi payına, kendi ihtiyacını giderirken başkasının ihtiyacından alınca, iş başa düşüyor. Fare böyle öncüleşiyor.

GRAMSCI’NİN MEKTUBU

Nitekim Gramsci de eşine yazdığı mektupta bu masalda başka bir dünya düzeninin, başka bir modelin işaretlerini görüyor ve şöyle diyor: “Farenin tasarladığı şey, hakiki bir beş yıllık plandan farksız! Bu sahiden ormansızlaşmayla harap olmuş bir halkın öyküsü.”

Haksız mı? Masal, insanın sınandığı yoklukla doğanın sömürülmesi arasında özdeşlik kuruyor, nedensel bağlantı görüyor. Planlama ile herkesin yaşamına dokunan bir iyileşme ütopyası, insan-doğa ve hayvanlar arasındaki uyuma göre yazılıyor. Bunu yaparken de çocukluğun düşsel gücüne dayanıyor. Ütopyalarımızı çocukluğa ötelemek yerine, çocukluğun düşgücünü bugünkü ütopyalarımızın kaynağı haline getirmeye çalışıyor.

İşte akışa direniş de böyle başlıyor. Çocukluğun düş gücüyle, farenin çocuğa süt bulmak için eyleme geçmesiyle, çözümü ararken sorunun sadece kendisinin ya da çocuğun sorunu olmadığını, daha genel bir programa, çözüme ihtiyaç duyulduğunu fark ederek zincirin halkaları arasındaki bağlantıyı kurmaya başlamasıyla gelişiyor akışa direniş. (Bir şeyleri bir yerden başlayarak küçük de olsa düzeltmek için uğraşanlara burun kıvırmak yerine, farenin tam da böyle bir süreçte öncüleştiğini hatırlamak gerekmez mi?)

Şimdi ve burada, ülkemizi yönetenlerin keyfi kararlarıyla günden güne nasıl fakirleştirildiğimizi, kaderimizin nasıl iki dudak arasında belirlendiğini, sınırlı bir azınlık zenginleşirken paramızın alım gücünün günden güne nasıl düştüğünü, pahalılığı, zamları, işsizliği, mutsuzluğumuzu ve karamsarlığımızı yazabilirim elbette. Kaynakların nasıl kötüye kullanıldığını, kayırmacılığı, plansızlığı da. Fakat bu distopya ve yaşıyoruz işte. Bilmeyeniniz, görmeyeniniz var mı?

Esas mesele bu distopyadan nasıl çıkacağımız, hangi çözümlere nasıl ulaşacağımız, hangi programlarla memleketi yeniden, insanıyla, ağacıyla, kuşuyla canlandıracağımız üzerine düşünmek oysa. İktidarın yokuş aşağı götüren programı var. TÜSİAD’ın halkı dışarıda bırakan programı var. Halkın da uyutan değil, uyandıran masallara ihtiyacı var. Gramsci’nin anlattığı da öyle bir masal.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları