Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Haklar ve özgürlükler
Tarihsel gelişim çizgisine bakıldığında, anayasacılık hareketleri, yönetenleri kurallara bağlamayı, yönetilenleri de güvence altına almayı amaçlar. Yönetenlerin sınırsız yetkilerini dizginleme, kurallara bağlama, buna uygun bir siyasal düzen oluşturma ve adım adım, demokratik katılım hakları aracılığıyla yurttaşı karar ve yönetme merkezlerine taşıma yönünde bir gelişim çizgisi vardır mücadelenin odağında.
Gerçekte anayasaların bir amacı mutlak iktidarı dizginlemekse, diğer bir amacı da yurttaşın hak ve özgürlüklerini güvence altına almaktır. Bu bakımdan anayasaların asıl ağırlığı bu iki bölümdedir. Devletin organlarını, işleyişini, yetkilerini ve organlar arasındaki ilişkileri açıklığa kavuşturan bölüm bir yanda; devletle yurttaş arasındaki ilişkilerin çerçevesini hak ve özgürlükler bakımından çizen bölüm diğer yandadır.
Türkiye’de her iki bölüm de 12 Eylül darbesi ve ardından yazılan 1982 Anayasası ile yurttaş aleyhine örselendi. 1909 değişiklikleriyle gelişen, mutlakıyetçi yürütmeye karşı yasama merkezli anayasal düzen inşa etme çizgisi (inişli çıkışlı da olsa) 12 Eylül darbesiyle birlikte ters rotaya sokuldu. Siyasal düzende yürütmeyi, yürütmede de cumhurbaşkanını güçlendiren bir siyasal tutum belirginleştirildi. Meclis’in temsil kabiliyeti aşındırıldı. Temel hak ve özgürlükler kısmında da durum farklı değildi. Özgürlükleri sorun olarak gören anlayış, çareyi özgürlükleri olabildiğince budamakta bulmuştu.
Şimdi durum nasıl? 16 Nisan 2017’de yapılan anayasa değişiklikleri ağırlık merkezi olarak hükümet sistemiyle, siyasal organların kuruluşu, işleyişi ve yetkileriyle ilişkili maddeleri belirlemişti. Bunun sonucunda da sistem, tek kişilik yürütme merkezli, yasamanın gücünü daha da kıran, kuvvetler ayrılığını iyice budayan bir karakterde yapılanmıştı. Böylece, mutlak gücü sınırlamayı değil, mutlak güce yaklaşmayı, kuvveti tek merkezde ve giderek denetimsizce toplamayı amaçlayan bir “anayasal” düzen oluşturulmuştu. Bu başlık bakımından Türkiye’nin, mutlak gücü sınırlandırma hedefinden aksi yönde bir siyasal düzenle tanıştırıldığı kesin.
Diğer yandan temel hak ve özgürlükler bölümüne fazla dokunulmamıştı. Anayasada bu başlık altındaki haklar 12 Eylül darbesinin zihniyetine göre 82’deki ilk halinde epey daraltılmış olsa da ilerleyen yıllarda çıkarılan çeşitli demokratikleşme paketleriyle birlikte görece iyileştirilmişti.
ANAYASAL DÜZEN
Bu haklar kişi haklarından sosyal haklara, siyasal katılma haklarına kadar geniş bir yelpaze barındırıyor. Ancak eğitimden sağlığa, çocukların korunmasından sanatın geliştirilmesi için gerekli koşulların devlet eliyle hazırlanmasına, çalışma hakkından sendikal özgürlüklere kadar uzanan bu yelpazede sayılan haklarla ilgili ciddi bir uygulama sorunu var. Anayasal özgürlüklerini kullanarak toplantı ya da yürüyüş yapanlara karşı uygulanan şiddet, “ağzını açanı alın” veciz sözünde somutlanan güç zehirlenmesi, düşünce ve ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün büyük oranda bastırıldığı koşullar günden güne görünürleşiyor. İktidar, pandemi sürecini, her türlü kamusalı (iktisadi, kültürel ve sosyal anlamda) tahrip etmek için yine bir fırsata çevirmiş durumda.
Peki, yürütmenin kendi çıkarları için geçirdiği yeni yetkiler söz konusu olunca anayasayı ciddiye alıp/uygulayıp, yurttaşların hak ve özgürlükleri için sunulan maddeler söz konusu olunca keyfi, mutlak yürütme gücüne dayanarak anayasayı rafa kaldırması bir çelişki mi? Değil. Zira yürütmeye bu denli denetimsiz, keyfi bir otorite devreden, baskıya bu kadar büyük rol yükleyen bir sistemin olduğu yerde, hak ve özgürlüklerin anayasada yazılı olması yeterli olmuyor. Sonuçta asıl belirleyici, yine mutlak iktidar. Bu da “banayasa” benzetmesini haklı çıkarıyor.
Geçen günlerde sanatçıların anayasanın 64. maddesine dayanarak seslerini duyurmaya çalışmaları, “devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur” maddesini hatırlatmaları bu açıdan önemli. Yurttaş, haklarını, özgürlüklerini somut anayasal dayanakla savunuyor ve devlete ödevlerini hatırlatıyor. Ama son karar bir kişinin iki dudağının arasında, bir imzasına kalıyor.
Böyle bir ortamda, hak ve özgürlük paketiyle, makyaj faaliyetlerle görüntüyü kurtarmak yetmez. Bütün özgürlükler en güzel, en süslü cümlelerle yazılı hale getirilsin, anayasal düzende siyasal otorite keyfi ve mutlak yetkilere sahipse, uygulama o süslü cümlelerin yaldızını kaldırır. İtirazlar ise yurttaşa kelepçe, sansür, tehdit, korkutma olarak döner.
Özetle, hak ve özgürlüklerin korunması, iyileştirilmesi de Türkiye’nin siyasi sistem sorununa bağlıdır. Çare demokrasidir.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Emekliye iyi haber yok!
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi