Deniz Yıldırım

Kamulaştırma ve yeniden planlama zamanı

09 Aralık 2020 Çarşamba

Timothy Snyder’in tarihçi Tony Judt ile gerçekleştirdiği söyleşiler çok yararlı. Nurettin Elhüseyni tarafından çevrilen ve YKY tarafından Yirminci Yüzyıl Üzerine Düşünceler başlığıyla yayımlanan kitabın bir yerinde Judt şöyle diyor: “Faşizm, dönemin demokratik solunun kendine özgü bir zayıflığından yararlanarak gelişti: Sosyal demokratların bir ekonomi politikası yoktu.”

Bilinen bir tez; ilave olarak, sosyal demokrasinin faşizmin tarihsel yükselişini hafife almasında, enerjisini kendisini sosyalist soldan ayrıştırmaya harcamasında aranabilir hatalar.

Hatta bizdeki demokratik solun, en azından 70’lerin sonunda Bülent Ecevit siyasetinin inişe geçmesinde bu faktörlerin daha belirleyici olduğunu söylemek mümkün. Yoksa Ecevit öncülüğünde halkçı solun o dönem için halk sektörüyle, üretim kooperatifleriyle, yoldan ve kamu hizmetlerinden mahrum bırakılmış köylüye dönük ulaşım projeleriyle (KUP), bağımsız sanayiyi geliştirmeyi hedefleyen planlama anlayışıyla bir ekonomi politikasının olmadığını kim söyleyebilir? Dönemin tüm olumsuz koşulları yanında bir neden de bu ekonomi politikasına karşı duran ve faşizmden medet uman geniş cepheye aynı genişlikte karşı koyacak kararlı bir hegemonya stratejisinden, uygulatıcı iradeden yoksunluktur. Programsızlık değil.

Oysa çok partili yaşamda Türkiye sağının kendisini önce “merkez”de göstermiş her siyasetinin genel özelliğidir: Başta liberal, demokrat, adaletten yana görünür; koşullar oluşunca otoriterleşir, itirazlar çoğalınca da bunları “gayri milli”, “iç düşman”, “hukukun dışına çıkılarak mücadele edilmesi gerekenler” olarak göstermek için başlarlar milliyetçiliğe sarılmaya. Demokrat Parti’nin son yıllara doğru Vatan Cephesi kurması, Adalet Partisi’nin radikal sağ ile birlikte Milliyetçi Cephe siyasetine yönelmesi, yine AKP’nin, başta her türlü eleştiriyi yaptığı MHP ile bugün benzer bir stratejiyle “Cumhur İttifakı” oluşturması, bu açıdan tarihsel bir devamlılık arz eder. Türk sağı, krizlerini milliyetçi cephe stratejisiyle çözmeye yazgılıdır. Ve bu strateji, yönetme krizlerinin çözümüne değil, derinleşmesine işaret eder.

İki mesele

Bu noktada iki başat mesele karşımıza çıkmaktadır. İlki, otoriter iktidarların kurmaya çalıştıkları baskıcı rejime milliyetçi bir kılıf yaratmalarına, buna dayalı bir cephe stratejisi izlemelerine karşı, demokratik muhalefetin en geniş ittifak zeminini yaratmak gerekir. Bu açıdan CHP’nin, siyasal yelpazenin farklı alanlarındaki partilerle bu temelde kurduğu geniş ittifak önemli bir kazanım. Belediye seçimlerinde de sınanan bu stratejinin başarılı olabildiği görüldü. İktidarın denge merkezi kaydı. Baskıcı düzen karşısında demokratik bir anayasal sistem arayan tüm siyasal aktörlerin bu dar programda bir araya getirilmesi, birliğin dağıtılmadan genişletilmesi bu nedenle önemli.

İkinci mesele ise bizi yine Judt’un saptamasına getiriyor. Demokratik solun bir ekonomi politikası olmalı ve bu, kendisinin, siyasal ittifaklarının daha ilerisinde bir yerden çizgiyi çekmesine olanak sağlamalı. Uzun süredir ana muhalefetin temel eksiği burada. İktidarın ekonomi politikası duvara tosladı; Covid’le birlikte halk sağlığını tehdit eder hale geldi. Yoksulluk, işsizlik, geçim dertleri aldı başını gitti. “Önce iyiydiler, sonra bozdular”dan öte bir perspektif gerek.

Tam da burada, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Meclis’teki bütçe görüşmelerinde açık açık kamulaştırmadan bahsetmesi, Ankara başta olmak üzere büyükşehir belediyelerinin, kamu kaynaklarını, yani halkın yarattığı ve halka hizmet olarak dönmesi gereken değerleri bu iktidarın nasıl ve kimler için kullandığını açıktan gündeme taşımaya başlamaları yeni bir aşama olarak görülmeli, desteklenmelidir.

Kamu kaynaklarının nasıl kullanılması gerektiği tartışması ilerici bir tartışmadır; her sosyal kesimin kendi talebiyle varlığını hissettirebileceği, iktidar ve ortaklarının ise yanıt üretemeyecekleri bir zemindir. Madencilerin ücret, kadınların yaşam, köylülerin toprakları, doğaları için yürüttükleri, aşağıdan gelişen toplumsal ekonomi ve ekoloji mücadeleleri, yukarıdan bu yeni kamusal perspektifle çelişmez, bütünleşir.

Burada kalmamalı. Şimdi kamuyu, kamulaştırmayı ve yeniden planlamayı gündeme getirmek (çok kıymetli Bilsay Kuruç Hocamızın kulakları çınlasın), eleştirilenin yerine somut bir model yerleştirmek gerek.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları