Deniz Yıldırım

Korku Çorbası

01 Mayıs 2021 Cumartesi

İtalyan faşizminin zindana atarak zihnini durdurabileceğini sandığı Antonio Gramsci, iktidar olgusunun arkasında yatan kültürel dinamikler üzerine düşünürken, İtalya’da Fransa’daki gibi bir “ulusal-halksal” edebiyatın gelişmediğinden yakınır. “Ulus-halkla ilişkisinde yerli aydın unsur yabancılardan daha yabancı olduğu için” der ve İtalyan halkının tercüme edebiyata yönelmesiyle, aydınların yerel kültürel dinamiklerden ve halkın özlem ve gereksinimlerinden beslenen bir entelektüel-ahlaki blok oluşturamaması arasında bağlantı görür. Bu saptama oldukça önemlidir. Ulusun üretken çoğunluğunu oluşturan işçilerin ve köylülerin etkisi altında oldukları, onları atalete ve durumlarını kader gibi kabullenmeye iten ideolojilerden uzaklaşabilmeleri için insanı eylemli kurtuluşa ve bu dünyada daha iyi bir yaşam inancına götüren bir seküler - hümanist kültürün inşasına ihtiyaç vardır. Edebiyat bunu da sağlayabilecektir.

Gramsci’nin kurduğu bağlantı, edebiyatla siyasetin birbirlerinden keskince ayrı alanlar olmadığını bize gösterir. Bu açıdan edebiyatın kendisi politiktir.

Gramsci 1930’ların başında faşizme karşı direncin kültürel-politik yolları üzerine düşünürken, PCI içinde kendisine yoldaşlık etmiş ve bir süre sonra da ayrı yollara sapacak olan Ignazio Silone, 1933’te İsviçre’de Fontamara adını taşıyan romanını yayımlar. Dilimize 1943’te, ilerici aydınlarımızın baskılara göğüs gererek yaşamaya çalıştığı o karanlık 40’lı yıllarda Sabahattin Ali tarafından çevrilen romanda Gramsci’nin eksikliğini hissettiği olgular bulunabilir gibi geliyor bana. Neden mi?

İtalya’da gelişmiş kuzey bölgelerinin, işçi sınıfının daha etkili olduğu yörelerin faşizm karşısındaki kimi tutum ve özlemleri, daha pasif, eylemsiz güney bölgelerine ve özellikle de Fontamara köyü üzerinden yoksul köylülere aktarılmıştır bir defa. İkincisi, şehirli işçi-aydın öncü ile yoksul köylülük arasında kurulacak bir tarihsel blok yolunda da önemli ipuçları vardır romanda. Ve üçüncüsü, Gramsci’nin eksikliğini hissettiği “ulusal-halksal” bir edebiyatın izleri açık biçimde seçilir. Dinsel kurumların ve fikirlerin halk içindeki etkisi görünür kılınır, bu olgu temelinde halkın kendi yaşamına, kendi sorunları üzerinden el koymasının araçları dramatik bir biçimde, yine halkın özlemleri ve gerçek yaşam koşulları temelinde sunulur romanda. Fakat akışa direncin başlangıcına kadar geçen evrede halkın tepkileri, siyasete ve din olgusuna yaklaşımları gerçekçi, halkın kendisine yabancı hissetmeyeceği bir sahne ve dil içinde aktarılır.

FONTAMARA ETKİSİ

Silone’nin romanı, Batı’da İtalyan faşizminin Hitler’e göre neredeyse ehveni şer görüldüğü, hatta yer yer bir “üçüncü yol” olarak alkışlandığı koşullarda faşizmin bir ülkeye yapabileceği kötülüklere, yoksul halkı süreceği sefaletlere ve savaşlara dair bir uyarı ateşi işlevi gördü. Bu açıdan “akışa direniş”e iki boyutlu etkisinin olduğu söylenebilir: İlkin, iktidar olmadan önce, fikirler, kültür alanında bir hegemonya kurmaya katkısı bakımından edebiyat aracılığıyla direnişin ipuçları, taktikleri sergileniyor. İkincisi, faşizmin uluslararası anlatısını etkisizleştirmek adına da siyasi bir direnç kitabına dönüşmüştür bu roman. Bizde de Sabahattin Ali kuşağının romandan bu denli etkilenmesi boşa değildir.

Sınıfsal boyuta gelince: Faşizmin kayyum olarak atadığı yerel müteahhit (ah bu inşaat ve faşizm ilişkisi), faşizmin taşradaki sınıfsal müttefiklerini temsil eder romanda.

Yoksul köylünün suyunun yönünü kendi toprakları için çevirten müteahhit, köylüyü aç, ekmeksiz bırakmakta, arkasına da faşist iktidarı almaktadır. Diğer yandan romanda Mussolini iktidarıyla Papalık kurumunu birleştiren temel unsurun korku olduğu da açıklıkla verilir. Örneğin Berardo romanın bir noktasında “Porta Pia kahramanı” olduğu düşünülen kişiye sorular sorar. Yanıtlar çarpıcıdır: “Roma’da korku bir hastalık, bir salgın halini” almıştır. Fakat işin ilginci, “şu faşist dedikleri adamlar çok daha fazla korkuyorlar. Onlar da bu işin böyle sürüp gidemeyeceğini hem biliyorlar hem söylüyorlar, ama bundan korkuyorlar.”

Michelle de sorar: “Hükümet kuvvetli mi?” Yanıt, “Korkusu çok kuvvetli” olur. Marietta ise Papa’nın tepkisini öğrenmek ister; yanıt aynı vuruculuktadır: “Papa da korkuyor… Papa yeni hükümetten iki milyar liret aldı, otomobiller tedarik etti… Şimdi bunlar onu korkutmaya başlıyor. Roma’daki kiliselerle manastırlara bir yazı göndermiş, daha fazla fukara çorbası dağıtılmasını istiyor. Bu, korku çorbasıdır.”

İşin özeti; vatanseverlik sömüren Mussolini ile halkın inançlarını sömüren Papalık, yoksulların, emekçilerin itirazından korkmakta, çorba yardımlarıyla, öte dünyada kurtuluş vaatleriyle, yetmediği yerde de kara gömleklilerin şiddetiyle bu itirazı bastırmaya çalışmaktadır. Fontamara, bu akışa direncin edebiyat alanındaki en önemli temsillerinden birisidir. Ve “küçük adam”ın bu kez Berardo şahsında “Bilinmeyen Büyük Adam”a dönüşmesi bakımından da serimizde yeri ayrıdır.

Bu vesileyle Yaşasın 1 Mayıs.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları