Yılmaz Gruda’nın ardından...

29 Temmuz 2023 Cumartesi

Doğa karşısında direnmek mümkün değil. Ölüme karşı koymak imkânsız. Şükran Kurdakul bir şiirinde diyor ya: “Uçun kelebekler/ uçun uzaklara/ bendeki ömrünüz bir dakika...” Evreni düşününce ömrümüz zihnimizde iyice kısalıyor. O yüzden üç beş yıl daha fazla yaşamış olmak dünya saatine göre büyük bir kazanç değil. Belki de bir başka canlı için yaşamımız bir dakikalık zaman dilimi... Yılmaz Gruda’nın bir asra yakın yaşamını düşünerek yazıyorum bu satırları. Onun kaybıyla usta bir oyuncunun yanında, sıkı bir şaire, trajikomiği ustaca yakalamış bir oyun yazarı ve romancıya, tiyatro oyunu çevirmenine de veda ediyoruz. Uzun yaşamı onu yitirdiğimizi düşününce üzüntümüzü hafifletmiyor! 

*

Yılmaz Gruda, 1950’lerin ilk yarısından itibaren tiyatro sanatının hafızasında yer etmiş bir isim. Dormen’in Cep Tiyatrosu’nun kurslarıyla profesyonel olarak sahnelere adım atan oyuncunun, Haldun Dormen’de başlayan yolculuğu siyasal tiyatronun ne olduğunun ayrımına varmasıyla değişiyor. Ulvi Uraz’la edindikleri başarı, Kamp 17’de Erol Günaydın ve Altan Erbulak’la kanatlanıyor. Ancak Gruda’nın oyunculuk yaşamının çok yönlü duraklarıyla yazarlık evreninin duraklarının kesişmediğini görüyoruz. Tiyatro sahnesine adım atanlarda genel olarak, oyuncu-yazar ilişkisi aynı zamanda kumpanya/tiyatro sürükleyicisi olarak karşımıza çıkar. Yılmaz Gruda, kısa bir dönem Muammer Karaca Tiyatrosu’nun yöneticiliğini yapsa da oyun yazarlığını geriye attığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte yazmış olduğu, tiyatro yazarlığında öne çıkan üç oyunun, “Kasetçi”, “Sultan Abdülaziz Vakası” ve “Kavuklu Hamdi”nin geleneksel tiyatromuzla yoğrulan yanlarını, seyircinin uzak açıyla olayları değerlendirme çabasını, konuyu son derece sürükleyici bir şekilde ele alma biçimini görünce sahne deneyimini oyun yazarlığına katma başarısını gösteren Gruda’nın neden geride durduğunu sorgulamak gerekiyor. 

*

“Kasetçi”, bir İstanbul öyküsü. 60’lardan itibaren memleketin çeşitli yerlerinden büyük şehre göç etmiş insanların, “öteki” yerine konulmasının masalı. Yani sokak satıcılarıyla kasetçilerin, eskicilerle yankesicilerin birleştiği eski bir İstanbul tablosu çıkıyor karşımıza. Beyoğlu, Beyoğlu olmaktan çıkmış artık. Gruda, bugünü yıllar evvelden yorumluyor. Ortaoyunu unsurlarıyla bezenen metinde, çatışmayı güçlendiren bir de aşk öyküsü sarmalıyla karşılaşıyoruz. “Sultan Abdülaziz Vakası” ise yine açık biçimin unsurlarının başarılı bir şekilde kullanıldığı, resmi tarih ile gerçeklik arasındaki dengesizliği gözümüzün önüne seren bir çalışma. Gençler tarihi bir oyun koymak istemektedir. Ancak bunu yaparken “Tarih” oyun kişisinden, bazı olayları açığa çıkarmasını isterler: Sultan Abdülaziz intihar mı etmiştir? Yoksa intihar süsü verilerek bir cinayetin kurbanı mı olmuştur? Son derece iyi bir araştırma yapan Gruda’nın oyunu yer yer belgesel tiyatro tekniğine de yaklaştırdığını belirtelim. “Kavuklu Hamdi” ise 1841-1911 yılları arasında yaşamış ortaoyunu ustasının yaşamöyküsünden izler sunar. Her şeyden önce metinde, ortaoyununa tutkuyla, inançla adanmış bir hayat anlatılır. Ana çatışma öğesi ise Kavuklu Hamdi ile onun yaşam seçimi ve bu yaşam seçimini sürekli kılmak adına karşısına çıkan ekonomik, siyasal sorunlardır. Her üç oyunda da Yılmaz Gruda, kendisine oyunculuk anlamında yön veren politik tiyatronun ülkemizde gelişim değerlerini ele almıştır. Sentezci bir bakış açısıyla geleneksel tiyatromuzun temel değerlerini başarılı bir şekilde örtüştürmüştür. 

*

Yılmaz Gruda 1999 yılında “Çerçi Zeus” isimli şiir kitabıyla Behçet Aysan Şiir Ödülü’nün de sahibi olmuştu. Ödül gecesindeki eğlenceli halini unutmama imkân yok. Nitekim ertesi yıl yeniden ödül törenine katılmak için bu defa kendi arzusu ile Ankara’ya geldi. Bir zamanlar Attila İlhan’la birlikte başlattıkları şiirde “Mavi” hareketinden izler arıyordu sokaklarda. Ne yazık ki başkent onların gençlik ateşiyle yanıp kavrulduğu dönemden çok uzaktaydı. Ahmet Oktay ve Özdemir Nutku ile buluştukları Washington Restoran’ın yerinde yeller esiyordu. 1950lerden sonra Amerikan hayranlığının bir sembolü olarak görülmesine rağmen genç edebiyatta genç kuşağın buluşma yeri olan lokanta da Çerçi Zeus şiiriyle özdeşiyordu: “Onun yırtık suratı atomda/ napalmda kobaltta/ (...) Zeus’un güç kaynağı o/ zavallı yanı insanın/ insanın çürüğü/ ölüm o, ölüm/ yoktu ölüm o gelmeden/ ve zeus bir çerçi” Artık Tanrı olmaya çalışan zalim ülkeler ve insanlar vardı yalnızca. Bu anlamda da Gruda kendine özgü şairliğinin izlerini veriyordu. 

Hoşça kal usta. Uzun ve eğlenceli sohbetlerimizi çok özleyeceğim. Gidişinle kuşağından pek bir iz kalmadı. Ama ürettikleriniz yanı başımıza... 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Dilimizin sesi 28 Eylül 2024
Kültürel dönüşüm 21 Eylül 2024
‘Bu davet bizim!’ 14 Eylül 2024

Günün Köşe Yazıları