Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Bu Sırada İsrail'de...
\n\n\n
Büyük Ortadoğu panoramasına İsrail, genelde, “Siyonist-emperyalist” vb. sıfatlarla nitelenip, iç çelişkileri, dinamikleri ihmal edilerek ekleniyor. Bir ülkenin dış politika refleksleri, o ülkenin içinde yaşananlardan soyutlanarak açıklanamaz.
\nBir süredir Filistin sorunu arka plana itilmiş durumda, ama İsrail’in içinde yaşanan kimi gelişmelere yakından bakmak bence giderek önem kazanıyor. Bakınca da karşımıza, Büyük Ortadoğu panoramasından çok da farklı olmayan, çelişkilerle, çatışmalarla dolu bir kargaşa, dağılma görüntüsü çıkıyor.
\nAslında bu çelişkileri ve çatışmaları irdelemeye mayıs ayında yaşananlardan başlamak gerekir, ama gelin önce geçen haftanın çarpıcı olaylarına bakalım.
\nİki ucu kirli çomak...
\nİsrail’in kuruluşu sırasında, o zaman ufak bir azınlık oluşturan radikal dinci kesime, din eğitimine devam ettikleri takdirde askerlik hizmetinden muaf tutulacaklarına ilişkin bir imtiyaz verilmişti. Bu durumun değişmesine ilişkin tartışmalar geçen hafta, hükümetin bu yönde adım atmaya hazırlanmasına bağlı olarak yeniden alevlendi.
\nBu sorun, Ortadoğu ülkelerinin doğasına yakışır biçimde, iki ucu pis bir çomağa benziyor. Bir tarafta, ortada askerlik hizmetini zorunlu olarak yapmak durumunda olan Eşkenazi (seküler) İsrailliler açısından büyük bir haksızlık var. Askere giden iki yıl işinden gücünden uzak kalıyor, gelir kaybediyor. Halbuki dini eğitim yapan Yaşiva (Tevrat okuma okulları) öğrencileri, din adına kendilerini böyle bir sıkıntıdan kurtarmış oluyorlar, savaş çıktığında, cephede savaşmak yerine evde oturuyor olmak da cabası. Başlangıçta, 1848’de ufak bir azınlık olan bu kesim, bu gün askerlik çağındaki erkek nüfusunun yüzde 10’unu oluşturuyor. Bu konuda bir şey yapmak gerekiyor. Başbakan Netanyahu da yapmaya kararlı olduğunu iddia ediyor.
\nAncak bu çomağın öbür ucunda bir başka sorun var. Yedioth Ahranot yorumcularından Ariel Rubinstein’in işaret ettiği gibi “Seküler Siyonistler İsrail toplumu üzerindeki etkilerini kaybetmekten korkuyorlar”. Orduya gönüllü olarak katılmış Yaşiva öğrencilerinin, ordu içindeki tutumları bu korkuyu daha da arttırıyor. Bunlar çeşitli dini isimler altında özel birliklerde örgütleniyor, kadınlarla aynı mekânları paylaşmıyorlar. Böylece ordu ikili bir yapı kazanıyor. Aynı gazeteden, Merav Betito’nun vurguladığı gibi, İsrail ordusunun bu ikili yapıyı kaldırması olanaksız. Çünkü bu ikili yapı aynı zamanda ikili sadakat anlamına geliyor. Bu birliklerin fiilen iki başkomutanı oluyor. Biri ordu içindeki komutan, diğeri de bu birliği oluşturan askerlerin geldiği okulun dini lideri. Netanyahu, Yaşiva öğrencilerinin ayrıcalıklarını kaldırırsa ordunun içine bu “Nil Nehri’nden Fırat Nehri’ne kadar kutsal topraklar” ilkesini savunan fanatiklerden on binlercesi dolacak. Her biri kendi birliğini istediğinden, “İsrail ordusu adeta bir milisler toplamına dönüşmeye başlayacak” (Haaretz, 12/07/2012). Birçok yorumcu, bu dönüşümün ordu içinde olası bir isyanın tohumlarını attığını savunuyor (Sherwood, Etzion, The Guardian, 11/07/2012).
\nİşgal mi? Yok öyle bir şey...
\nNetanyahu’nun hükümetince atanan Levi Komisyonu’nun geçen hafta açıkladığı esas olarak “işgal edilmiş topraklar diye bir şey yoktur” anlamına gelen kararı, orduyu dinci fanatiklerle dolduracak gelişmelere daha da korkutucu bir boyut ekliyor.
\nKomisyonun bu kararı, 45 yıllık tarihi yok sayarak, uluslararası kararlara, kamuoyunun algısına ters düşüyor. Batı Şeria’da yasadışı olarak kurulmaya devam eden yerleşimleri yasallaştırmanın ötesinde, Batı Şeria’daki Filistin halkının yaşadığı alanları küçük parçalara bölen “C Bölgesi”ni doğrudan İsrail’e katarak, Filistin devleti projesini olanaksızlaştırıyor.
\nBöyle “abuk sabuk” bir kararın, bunu dayatacak dinci fanatiklerden oluşan bir ordu projesinin, Filistin tarafında yeni bir intifada, yeni bir savaştan başka yol kalmadığını düşünenlerin elini güçlendirmesi kaçınılmaz, hele bölgedeki Müslüman Kardeşler ve Selefi akımların yükseldiği bir dönemde...
\nThe Times of Israel’de yazan Sarah Hirschhorn’a göre, “Bu adım 1967’de atılsaydı, Filistin halkı açısından bir felaket anlamına gelirdi ama, İsrail açısından bir mantığı olabilirdi. Bugün 180 yerleşim bölgesi, dört savaştan sonra artık, İsrail halkını, arzuladığı uluslararası normalleşme ve çözümden daha da uzaklaştırmaktan, İsrail devletini, rüyasını tehlikeye atmaktan başka bir anlam ifade etmiyor”.
\n“İsrail devletini ve rüyasını tehlikeye atan” başka, adeta tarihin “ironisi” olarak görülebilecek gelişmeler de var. Yahudiler tarihleri boyunca, ırkçılığa, yerel halkın düşmanlığına, pogromlara, sınır dışı edilmelere katlanmak durumunda kaldılar, daha “dün” bir soykırıma uğradılar, ama sonra da, nihayet bir ülke ve devlet sahibi oldular. “Bugün”, İsrail halkından yaklaşık bin kişilik bir grup, 23 Mayıs günü Tel Aviv’in Hatika Meydanı ve mahallesinde toplanıp Afrikalı sığınmacılar aleyhine sloganlar attılar, yoldan geçen Afrikalılara saldırdılar, Afrikalıların işlettikleri dükkânların ve hatta bir de bir berber dükkânının (Chaplin’in filmini anımsıyor musunuz?) camekânları kırıp içindekileri yağmalamışlar, adeta küçük bir Kristallnacht yaratmışlar.
\nGöstericiler “Sudanlılar sınır dışına” sloganları atarken, iktidardaki koalisyonun Likud Partisi’nden Miri Legev, kalabalığa yaptığı konuşmada Goebbels’in hezeyanlarını anımsatır bir biçimde “Sudanlılar bedenimizde bir kanserdir” diye bağırıyormuş. İçişleri Bakanı Eli Yishai, “Sudanlıların topluca tutuklanarak sınır dışı edilmesi gerektiğini” söylemiş. Başsavcı Yehuda Weinstein “Bu önerinin gerçekleşmesinin önünde yasal bir engel olmadığını” açıklamış (Haaretz 24/05/2012). On Haziran tarihli Haaretz, hükümetin Sudanlıları topluca sınır dışı etmek için tutuklamaya başladığını aktarıyordu. Yishai “bu, göçmenlerden arındırılmış bir İsrail yaratma yolunda (Nihai çözüm? -E.Y) ilk adımdır” diyormuş.
\nAncak İsrail halkının geleceği açısından tümüyle kötümser olmamak için kimi nedenler de var. Haaretz’in aktardığına göre, aynı gün göçmenlerden ve İsraillilerden oluşan kalabalık bir grup sığınmacılara yönelik yasaları ve saldırıları “Sudanlılar kanser değildir”, “Biz ajan değiliz göçmeniz” sloganlarıyla protesto ediyormuş.
\nBir başka umut verici gelişme de şu: İsrail’de de ABD ve Avrupa’dakilere benzeyen bir haklar hareketi (J14) var. Geçen ay bu hareketin sembolik lideri Daphne Leef ve 85 kişi tutuklandığında, sokaklar binlerce protestocuyla dolmuş. “Denizden, Ürdün’e kadar herkese demokrasi”, sloganlarıyla yürüyen 10 bin kişinin içinde “işgale son” sloganı ve pankartları da dikkat çekiyormuş.
\nDaha kısa dönemde bir anlamı olacak gelişme de Eski Başbakan Olmert’in yolsuzluk davasının geçen hafta düşmesi, siyasete dönme olasılığının belirmesi. Gözlemciler, bu koşullarda Netanyahu hükümetinden kurtularak, daha merkezde bir koalisyon oluşturmak, barış sürecini yeniden başlatmak söz konusu olabilir diyorlar (Christian Science Monitor, Yedioth Ahranot 12/07/2102).
\n\nYazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
En Çok Okunan Haberler
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!