Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Yine Realite Sorunu...
AKP yine bir “realiteye uyum” sorunuyla karşı karşıya; Mısır ve Suriye’ye yönelik dış politikasını, yine değiştirmek zorunda kalacak gibi görünüyor.
Marx’ın dediği gibi...
Başbakan ve Dışişleri Bakanı sık sık “ilkeli” dış politika izlediklerini anımsatmayı seviyorlar. Bu yüzden Suriye ve Mısır’daki son gelişmeleri izlerken aklıma Marx’ın sözü geldi (hayır bu Graucho Marx): “İşte benim ilkelerim. Bunları beğenmezseniz bende başkaları da var.”
Libya’da “dış müdahale kabul edilemez”den “Nasıl yardım edebiliriz”e gelmedik mi? Suriye’de de “kardeşim”, “tatil arkadaşım Esad”dan, “meşruiyeti kalmadı, katil diktatör, seni deviririz”e... Derken, Selefileri destekleyip kucak açmaktan “Şimdi bunları ne yapacağız” noktasına gelmedik mi? Bence, realite AKP Türkiyesi’ne yeni sürprizler hazırlıyor.
Yakında Mısır da bu listeye eklenecek. Burada da Başbakan, “Darbeyi, yeni yönetimi tanımayız. Benim Başkanım hâlâ Mursi’dir”den başladı. Ama burada kalacağa pek benzemiyor. ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin “Darbe bir iç savaşı önledi” demeciyle ABD’nin tavrı açıklığa kavuşunca, Birleşik Arap Emirliği Türkiye yatırımlarını mercek altına alınca, “önemli olan istikrardır” yönünde, “başka ilkelere” doğru yelken açılacak gibi görünüyor. Yandaş basının yazarları da “Darbe olmasına darbe, ama ya sokaktakiler” gibi derin analizlerle uyum sağlamaya başladılar.
Realitenin bu kadar sık ayar verdiği bir siyasi hattın arkasında nasıl bir akıl var acaba? “Stratejik Derinlik” başlıklı yere göğe sığdırılamayan bir kitap vardı. Şimdi bu değerli kitabın yanına Başbakan’ın en yeni baş danışmanı Yiğit Bulut’un en az “Stratejik Derinlik” kadar derin jeopolitik analizleri eklenmiş durumda...
Suriye’de de ‘momentum değişmiş’
Geçen hafta, Amerikan Silahlı Kuvvetleri’nin başı General Dempsey’in Senato Silahlı Hizmetler Komitesi’ne konuşurken yaptığı “Momentum Esad rejiminden yana değişti” saptaması (The New York Times, 17/07: USAToday, 18/08), Suriye tartışmalarının tonunu belirledi.
ABD ve Avrupa, Müslüman Kardeşler örgütüyle hem tüm bölgede birlikte iş yapmayı tasarlıyordu, hem de MK Suriye’de Esad’dan sonra oluşacak yapılanmanın en önemli yerel taşeronu olmaya adaydı.
MK’nin Mısır’da, yönetimi devraldıktan sonra iktidarı yüzüne gözüne bulaştırması, toplumsal muhalefetin yeniden büyük bir şiddetle yükselmeye başlaması, Batı’da ve Mısır ordusunda düş kırıklığı yarattı. Mursi’nin devrilmesinin arkasında, ABD yönetiminin “Ordu bir iç savaşı önledi” saptamasına bakarak Mısır’da siyasetin tümden kontrol dışına çıkması korkusunun yattığını anlıyoruz. Mısır’da MK’nin iflası, bu hareketin Suriye’deki etkisini de büyük ölçüde zayıflattı.
İkincisi, Suriye yönetimi disiplinli, modern bir orduyla tek bir liderlik altında savaşıyor. Hizbullah’ın askeri, İran’ın siyasi, ekonomik, lojistik desteğini, Rusya’nın kararlı diplomatik desteğini alıyor.
Muhalefetse giderek parçalandı, Selefi/El Kaide karakterli örgütlerin etkisi arttı, bu örgütler hem Batı’ya uygun bir çözüm arayan Özgür Suriye Ordusu’yla hem de kendi aralarında, kanlı bir rekabete giriştiler. Sonuç olarak Batı’nın Suriye’deki seçenekleri hızla azalmaya başladı. ABD’nin vaat ettiği silahlar bir türlü gelmiyor. Gelecek gibi de değil (Washington Post, 18/07). Geçen hafta mecliste oylanan bir önergeden İngiltere’nin kesinlikle silah yardımı yapmama kararı aldığı anlaşılıyor. Batı sanki seçeneklerini ikiye indirmiş gibi: Belli koşullarda Esad rejimi kalabilir! Ya da kimyasal silahları bahane ederek askeri müdahale! (Eurasia News, 20/07)
Batı’nın tutumu, absürt sonuçlara da yol açmaya başladı. Özgür Suriye Ordusu Komutan Yardımcısı Malik al-Kurdi’nin Lübnan’da yayımlanan The Daily Star gazetesinin söylediğine göre “eğer ÖSO, bu radikal gruplarla savaşmayı kabul etmezse silahlar gelmeyecekmiş”(18/07). ABD ve Avrupa, isyancılara ‘birbirinizi öldürmezseniz silah yok’ diyor. Kurdi, “Uluslararası topluluk cihadileri tasfiye etmemizi istiyor. Ama bu bizim çıkarımıza değil” diyormuş İstanbul’dan yaptığı telefon konuşmasında.
Üçüncüsü, Suriye’de son duruma göre nüfusun yüzde 60’ı Esad rejimi altında yaşarken isyancılar toprakların yüzde 70’ini kontrol ediyorlar. Ancak, isyancılar kontrol ettikleri bölgelerde, halkın en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamıyorlar, buna karşılık halkı bunaltan katı bir şeriat düzenini dayatıyorlar. Halk da giderek isyancılara tepki göstermeye başlıyor. New York Times muhabirine konuşan bir isyancı lideri “Böyle giderse halk bize karşı isyan edecek” diyormuş (The New York Times 17/07).
Geçen hafta aktardığım gibi bu koşullarda ABD, Rusya, Suudi Arabistan, İsrail hatta İran aynı sayfada bir araya gelmeye başlıyorlar. Ortak kanı İngilizlerin, silah yardımı yapmamaya karar verirken saptadıkları gibi “Esad daha uzun zaman iktidarda kalacak gibi görünüyor”. Bu sırada Suriye, uluslararası Selefi militanların yetiştiği bir bataklığa dönüşmüş durumda.
İlkeli dış politika filan...
AKP liderliği, Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi, Müslüman Kardeşler benzeri bir yönetimin kurulmasını isterken, Mısır’da Müslüman Kardeşler yönetimiyle yakın ilişkiler kurararak darbeden sonra yeni yönetimi tanımamakta ısrar ederken kendi dünya anlayışı içinde ilkeli davranıyordu. Realite, bu anlayışın sürdürülemez bir fantezi olduğunu “Gezi Olayı” ile AKP’ye sert bir biçimde gösterdi. AKP birden yurtiçinde ve yurtdışında desteklerinin buhar olmaya başladığına şahit oldu. AKP yönetimi, Kürt sorunu politikasında da adım atmadan atıyormuş, atacakmış gibi yapmaya devam etmenin olanaksızlığıyla karşı karşıya kaldı.
Realitenin AKP hükümetine uyarıları burada da durmadı; Mısır politikası, Suriye politikası AKP Türkiyesi’ni bölgede yalnızlaştırdı, hiçbir sürece müdahale edemez duruma itti.
Halbuki, AKP başlangıçta Suriye’de silahlı mücadeleyi kışkırtmak yerine, Esad rejimiyle muhalefet arasında aracı olmayı deneyebilirdi. O zaman demokratik mücadelenin başarılı olması durumunda kazanırdı. Demokratik muhalefetin Esad rejimi tarafından olağan baskı metotlarıyla bastırılması halinde de Türkiye AKP’si bugüne göre daha iyi bir konumda olurdu. Her iki durumda da Suriye ile ilişkiler korunur, zorlama bir iç savaşta 100 bin insan ölmez, Türkiye 400 bin sığınmacıyla, El Nusra gibi terörist örgütlerle kucak kucağa kalmazdı. Eğer AKP’nin Suriye politikası geri tepti dersem abartmış mı olurum. Peki bu fiyaskonun sorumlusu kim?
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
En Çok Okunan Haberler
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!
- ABD basınından Esad iddiası