Kapıların Arkası

23 Eylül 2016 Cuma

Babıâli’yi yıllar önce terk etmiş Türk basını bugünlerde bir başka “bab” ile bir başka “kapı” ile yatıp kalkıyor. Yapılan resmi açıklamalar, demeçler “Özgür Suriye Ordusu” adı verilen silahlı güçlerin, TSK desteğinde El Bab’a doğru ilerlediğini söylüyor. Suriye devleti ülke üzerindeki hâkimiyetini kimi yerlerde IŞİD’e, kimi yerlerde başka cihatçı gruplara kaybetmiş durumda. Ama uluslararası alanda tanınan meşru yönetimdir; BM’de de hâlâ temsil ediliyor. Afganistan’la başlayan saldırıların, işgallerin, isyanların sorumlusu büyük devletler de namlunun ucunu şimdilik Frenkensteinlarına, IŞİD’e çevirdiler. Esad’ı bir büyük anlaşma ile masada yenmeyi planlıyorlar.

***

Türkiye ise eski politikayı terk etmiş gibi görünse de silahlı “ılımlı” cihatçıların askeri başarılar kazanmasını, eğer bir masa olacaksa o Esad’sız masada Türkiye’nin yanında güçlü bir şekilde yer almasını istiyor. Öyle ya da böyle, bir başka ülkenin, yönetim biçimi ne olursa olsun içişlerine müdahil olunmasının Türkiye’nin çıkarlarına aykırılık dışında emperyalistler tarafından sık sık ihlal edilen uluslararası ilkelere aykırı olduğunu, Türkiye’nin bu duruma düşmekten kaçınması gerektiğini düşünen çoktur. İnsan hakları konusunda en küçük bir eleştiriye bile tahammül edemeyen iktidar partisinin, AB yetkililerinin “biz karışırız” tarzı taşkınlıklarına karşı hamaset kılıcını elden bırakmadıklarını da unutmuş olamayız. Suriye konusunda ise “emperyalist mantık” geçerli herhalde...

***

Ama artık o noktada değiliz. Emperyalist ülkeler Suriye’nin içişlerine boydan boya daldılar; Irak’tan sonra taşerona ağırlık verdikleri için, eğittikleri, donattıkları, baştan yarattıkları dış güçlerle bir savaşı başlattılar. İşler umdukları gibi gitmedi. Suriye’nin kolayca boyun eğmeyeceği anlaşılmış fakat bu arada savaşın ateşinin yollara düşürdüğü milyonlarla ölçülen mülteci sorunu Batı’yı dehşete düşürmüştür. Onlar artık bu savaşı bir şekilde bitirmek, mülteci akınını durdurmak, Suriye yönetimini tehdit altında tutabilecek bir sonucu hızla üretmek derdindeler.

***

Türkiye El Bab’a, o tehlikeli kapıya doğru ÖSO cihatçılarına destek vererek, “onu alma beni al” şarkısı çalarak ilerliyor. Peki, “tamam Kürtleri bırakalım sen gel” tuzağının farkında mı? Piyade hazırlıkları yalnızca bir dedikodu mu? O kapının arkasında ne var, kim biliyor? Tuzağın ikinci ayağına ise “kuzey Irak sendromu” denilebilir. Şimdi sorun, bir zamanlar Irak’ın kuzeyinde “devlet aklına” korkulu rüyalar gördüren gelişmeye benzer bir gelişmedir. Kuzey Irak artık bir realitedir; kuzey Suriye’de ise önlenebilir gibi görünüyor olmalı. Kuşkusuz büyük devletlerin kendi aralarında sürdürdükleri pazarlıkları bilemiyoruz. Bu pazarlıklar arasında Suriyeli Kürtler kendi varlıklarına bir çıkış bulabilirler mi, o da şimdilik belirsizdir.

***

Bütün bu politik ağırlığın içinde Türkiye bir yandan otoriter bir rejime doğru gidişin OHAL marifetiyle hızlanan sıkıntısını, bir yandan da dağılmış muhalefet güçlerinin çıkış yolu arayışlarındaki çözümsüzlüğü yaşıyor. Bu alaca karanlıkta çok erken bir ölüm, sevgili Tarık Akan’ın mavi siyah karanlıkta bir yıldız gibi parlayışı, tıpkı Gezi’deki gibi “İşte bir araya gelmesinde yarar olanların hepsi buradalar” dedirtti bize. Ölüm birleştirebiliyor; ama asıl gereken yaşamda birleşebilmek, değişime açılacak bir Bab’a, kurtuluş kapısına doğru yürümektir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları