\n
\nODTÜ’de küçük bir grubumuz vardı, Funda, Yasemin, Şükran, Şeyda, Belgin, Haldun, Serdar, Gamze... Eftal ne zaman katılmıştı aramıza, aklımdan çıkmış. O zamanlar Yeni Türkü müzik grubundaydı ve sanıyorum Funda’yı da sesini dinletmek üzere Derya Köroğlu’na o götürmüştü. Sonra Yeni Türkü’den ayrılıp Erkan Oban ve Tolga Çandar’la birlikte Çağdaş Türkü’yü kurmuşlar. ‘-muşlar’ diyorum çünkü ben o sırada askerdim ve Çağdaş Türkü’nün ilk karaplağı ya da uzunçaları “Bekle Beni”yi izin gelişi Ankara’da Akif Kurtuluş’un evinde dinlemiştim. \n
\nO karaplakta benim sevgili okul arkadaşım Yasemin’e ‘yoksul’ bir öğrenci ve şair adayı olarak yazdığım “Yasemin İçin Küçük Bir Şarkı” adlı şiirin, “Yarın Gece” adıyla okunmuş şarkısı vardı. Besteleyen Eftal Küçük, düzenleyen Erkan Oban, nam-ı diğer ‘Dede’ ve okuyan Tolga Çandar: “Yarın gece gideceğim bu kentten/bir ırmağa yolcuyum sular çekiyor beni/yüreğimden başka taşıyacak yüküm yok/sayılmazsa göğsümden düşen kuş ölüleri/sözüm yok işte yüzüm işte akşam/sesimde anıların sessizliği...” Böyle başlıyordu şarkı ve o uzunçalarda Ahmet Telli, Yaşar Miraç, Ahmet Erhan, Ataol Behramoğlu’nun şiirlerinden bestelenmiş şarkılar da vardı. İkinci albümlerini de “Delikanlıya” adıyla çıkardılar. Sonra topluluk dağıldı, Tolga Çandar’ı İstanbul’da birkaç yerde dinledim, Erkan Oban’la sık sık karşılaştım, Eftal’le ise telefonla görüşür olduk. Çağdaş Türkü’nün iki ‘delikanlı’sı Erkan Oban ve Eftal Küçük artık yok. ‘Dede’yi yıllar önce, Eftal’i geçen hafta yitirdik, bizim küçük kayığımız da su almaya başladı böylece. \n
\n1982’de İstanbul’a geldiğimde işsizdim, o günlerde sanki Diderot’nun Alfabe’sini elbirliğiyle sürdürür gibi herkes ansiklopedi yazımında çalışıyordu. Kim bilir belki Aydınlanma da ansiklopedi furyasının sona ermesiyle bitmiştir. Ben de herkes gibi biraz bulaştım ansiklopedi işine. Ankara’ya bir gelişinde tanıştığımız Raşit Çavaş beni Rekin Teksoy’a götürdü. Rekin abinin adını çevirilerinden, sinema yazılarından doğru duymuştum. Daha sonra da bunca ince, kibar bir insanla tanışmadım sanırım. Kızkardeşlerim Dilek ve Nazan’ı bir şiirimde anarken “ikisi de ömrümün en kibar semtleri” demiştim. Rekin abi için de aynıyla geçerlidir bu dizedeki duygu. Bazı çeviriler yoluyla maddeler yazmıştım onun yayımladığı Arkın Sağlık Ansiklopedisi için, doğum kontrol hapı, kan grubu, depresyon gibi maddeler... \n
\nSevdiğim adıyla Sinema Günleri, şimdiki adıyla İstanbul Film Festivali’nde 20 yıl önce bir akşam. Artık bir ‘rüya sineması’ olan Emek Sineması’nda bir İtalyan filmi gösterilecek. Fellini’nin “Ve Gemi Gidiyor”u çoktan gitmiş ama, adından “gemi’ geçen bir film bu da, filmi de yönetmenini de şimdi hatırlamam zor. Orta sıranın başında oturuyorum, filmin gösterimine katılacak yönetmenle Rekin abi salona girdiler, hepimiz bakıyoruz, tam yanımdan geçerlerken Rekin abi durdu ve benim ‘şair’ olduğumu söyleyerek yönetmenle tanıştırdı. Yıllarca sinema günlerine gittim, filmleri kaçırsam da nisanları hiç kaçırmadım, o şenlik kaçar mı hiç, ama böylesi bir hoşluğu da bir daha yaşamadım.\n
\nDante’nin İlahi Komedya’sını çevirmişti, öyle etkilemişti ki çevirisi beni, bazen akşamları yüksek sesle okuyordum. İlk kedim Mısır 1 yaşındaydı ve kitabı okurken yanıma gelip beni dinliyordu. Bu komik anıyı Raşit’e anlatmış olmalıyım, o da Rekin abiye anlatmıştır umarım.\n
\nİtalya onu ‘kültür şövalyesi’ nişanıyla ödüllendirdiği için böyle anılıyor şimdi ya, o nişanı almasaydı da ‘şövalye’ diye anılacak bir insandı Rekin abi: Sessiz şövalye. Çevirileri, sinema yazıları, kitapları, sessiz bir dağ gibi. \n
\n“Anılar, anılar belki hepsi bir kelime.” Edip Bey sonra da “İnsan bazen ağlamaz mı bakıp bakıp kendine?” der. Bilmiyorum kimdir anıların yerine olan, anılar kimi uğurlar, gidenleri mi kalanları mı? Ben her vedayla birlikte bir anıdan daha uğurlanmış sayıyorum kendimi. Kimsesiz kalmış bir çocuk gibi. \n
\n\n\n