Hikmet Çetinkaya

Bir zalim yalnızlık...

30 Ocak 2018 Salı

Yalansız bir gecede tuttu ellerini. Kirpikleri yeni uykudan uyanmış gibiydi. Kapkara gözleri, mavi bir vadi gibi sevişmeye hazırdı...
Guillaume Apollinaire’nin Paris’te Aumont-Thiéville Sokağı’nda yürüdüler birlikte. Bir rüzgârın söndüremediği kızıl saçlı meşale gibiydiler. Yahudi mahallesindeki saatin akrebiyle yelkovanı nasıl buluştuysa onlar öyle öpüştüler, birleştiler...
Boynu kesik bir yıldız, Notre Dame’a baktı... Sacré- Coeur’un kanı üzerlerine yağdı Montmartre’da...
Önce telefonda konuşmuşlardı... Kızın sesi yüreğini titretmişti.. Kız, uzun boylu, siyah saçlıydı... Adam ona bir bakışta tutuldu.
O gün, ilk kez içinden geldiği gibi sevmek istedi kızı... Kapkara gözlerinin içinde yitirdiği sevdaları aramaya koyuldu.
Zaman acımasızdı...
Günler geçiyordu, haftalar yamandı...
Bir haziran akşamında büyüyordu aşkları... Yüz yüzeydiler umudun sonsuz bakışlı denizinde. Sevincin ve acının belki de birleştiği bir noktada.
Ren Nehri sarhoştu, sularına asmalar vurmuştu...
Kız, siyah kısa saçlarıyla tüm rüzgârlara kafa tutuyordu...
Kız sevda yüklüydü, kız hiç okunmamış bir şiirdi.
Tudor Arghezi, aşkın kanatlanıp uçuşunu yıllarca önce anlatmıştı adama. Kız ise soluyarak yaklaşmıştı o anda...
Ve adam, yıllar sonra siyah saçlı kızın kara gözlerini delerek hiç bitmeyecek bir sevdanın içinde kayboldu. Kız ise yaşlı gözlerini gizleyerek erguvan rengi giysilere büründü.
Adam, yalansız bir gecede tuttu kızın ellerini. Kızın kapkara gözleri, mavi bir vadi gibi sevişmeye hazırdı...

***

Uyku, bir ağaç gibi sarmıştı seni yeşil dallarla. Soluman sessiz bir ışıkta ağaç gibiydi. Gözlerin yumulu, kirpiklerin sulara sürtüyordu...
Yorgo Seferis’ti kapıyı tıklatan...
Dedi ki:
“Bize yaşayalım diye verilen hayatı yaşadık...”
Gölgesinin büyüyüp küçüldüğünü gördü...
Seferis, Ümit Bağcı’nın şu dizelerini okusa ne yapardı:
“Sevmiştim seni/ Gözlerinde dünyayı görür gibi/ Duru pınarlardan su içer gibi/ Ruhumun sesini dinler gibi/ Sanki başımda kavak yelleri eser gibi.”
Siyah saçlı, kapkara gözlü kız soluksuz bakıyordu adama...
Maraton Gölü’nde bataklıklarda bağlanıp savrulan, kırık taşlar altında altı bin yıl önceyi arayan artık o adam değildi...
Burada bitmeyecekti denizin ve aşkın yapıtları. Boynu kesik bir yıldız, Notre Dame’a bakmayacaktı gece yarısı sevişmelerini bölmek için. Artık Erebos’a gönderilmeyecekti kurbanlarının başları...
Kefeleri haksızlığı gösteren bir terazi, güçlü adımlara, sınırsız isteğe, uyanık sevgiye yenik düşecekti...
Sunaklar yıkılmayacak, dostluklar unutulmayacak, hurma yaprakları çamur içinde olmayacaktı.
Kapkara gözlü, siyah saçlı kız, sevişmeye hazır mavi bir vadinin içindeydi...

***

Şu geçen zamanda sensizlik bile senin değildir...
Uzat ellerini, tut sımsıkı... Saçlarını savur rüzgârda. Denizle ıslat kirpiklerini. Bir yaşama sevinci yakala bakışlarınla.
Yahya Kemal’in bir güzel yırtıcı kuş gözlerini ara, belki bulabilirsin. Son mücevher gibi kan kırmızı, tırnaklarınla aşka uzan çan seslerini duymadan...
Umberto Saba’nın yumuşak ve hüzünlü sesine kulak ver. Tudor Arghezi’yle buluşup fırtınalarla sürüklenen ay ışığına inat.
O içini saran sarhoşlukla senin olmanı istiyorsan, içini yiyip bitiren tüm acıları unut!
Sunakları yıkma, dostlukları unutma!..
Yalansız bir gece bitmesin hiç...
Ama bitti...
Kirpikleri yeni uykudan uyanmış kız, o kapkara gözleriyle sevişmeye hazır mavi vadinin sonsuzluğunda ansızın kayboldu...
Boynu kesik yıldız acaba şimdi neredeydi? Notre Dame’ın çanı neden çalmıyordu?
Yorgun adam ise yoluna devam ederken Robert Bridges’ın sesi duyuluyordu:
“Kim bırakmış seni serbest, kim/ Gidiyorsun/... Şimdi gün üstümüzden çekilivermiştir./ Koyu gölgeler düşmüş,/ Yıldızlar getirmiş beraberlerinde geceyi,/ Sıcak yaz göklerinde yıldızlar/ Bir zalim yalnızlık içindedir. Ve milyonlarca göz eğilmiş göklerden/ Bakarken ikimize sadece,/ Kim bırakmış, kim/ Gidiyorsun...”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları