İşsiz kalmak ölüm gibi dedi kendini denize vurdu

18 Ocak 2013 Cuma

Kaderci yapımız, bilinçaltımıza yerleşmiş “Bize bir şey olmaz!” duygusu ve sorumlu mevkilerde bulunanların cehaleti birleşince sonuç ne olur? Ne yazık ki çok Türkiyeli bir kaza olur.

En iyisi baştan başlamak. O gün Şile’de neler oldu? Günlerden 4 Aralık 2012. Şile’ye 20 mil mesafede eski ve yorgun Ukrayna bandıralı bir yük şilebi ‘Volga-Balt 199’ rüzgârın dokuz derece estiği (daha üstü kasırga kabul edilir) fırtınalı bir havada yola çıktı. Karadeniz bir iç deniz olduğundan, bu denizdeki fırtınaları, sakın ola ki belgesellerde gördüğümüz açık deniz fırtınalarıyla eşdeğer görmeyelim. Bu gemicilik literatüründe makul bir fırtına. Ama şilep, ne yazık ki Karadeniz’de özellikle kömür taşıyan pek çok şilep gibi yorgundu ve fırtınayla baş edemedi, şilep batmaya başladı. Şilebin 12 kişilik mürettebatı vardı, imdat çağrısı yaptı ve Sahil Güvenlik’in iki botuyla bir helikopter hemen bölgeye sevk edildi.

Şimdi siz diyeceksiniz ki, biz gazetelerden okuduk; helikopter yokmuş ya da helikopterin halatı kopmuş. Yok böyle değil, helikopter var, halatı da var, olaya bizzat tanıklık eden Şileliler böyle söylüyor. Ayrıca şilebin çevresinde iki Sahil Güvenlik botu var. Yani kurtarma operasyonu olması gerektiği gibi işliyor.

İşte olay bundan sonra son derece karışık, tuhaf bir hal alıyor. Merkezi İstanbul’da olan Kıyı Emniyeti’nin, Karadeniz, Ege ve Akdeniz sahillerinde olduğu gibi Şile’de de tam teşkilatlı bir tahlisiye (kurtarma) botu var. Tanımı şöyle: KEGM-7 acil müdahale botu. Biraz şu anda Şile’de paramparça kayaların üstünde yatan bu botun özelliklerinden söz edelim.

 

Üstüne kamyon geliyor gibi

Bunun için, Şile’de bizi her konuda aydınlatmaya çalışan makine mühendisi ve kaptan Hayati Bey’in devreye girmesi gerekiyor. Hayati Bey şöyle anlatıyor: “Kıyı Emniyeti’ne ait tahlisiye botu ‘su tepkili’ yani pervanesi dışarıda çalışan bir bot, temelde suyun itme gücüyle çalışıyor. Böyle bir mekanizmaya sahip olduğu için dalgaların üstüne çıktığında, yani suyla ilişkisi kesildiğinde, motor on saniye kadar duruyor, suya düştüğünde tekrar çalışıyor.”

- Yani bot limandan açıldıktan sonra ilk dalga yediğinde on saniye bir boşluk mu oluyor? O on saniyede botu dalgalar mı ele geçiriyor?

“Evet” diyor Hayati Bey, “Zaten ne olduysa birden oldu, deniz böyledir, şakası yoktur, bot ansızın alabora oldu… Ve botun içindekiler denize döküldüler… Ayrıca bu bot alüminyumdan yapılmış, Karadeniz’deki botlar için sac daha uygun bir malzemedir. Sacdan yapılsaydı parçalanmazdı.”

- Kimse kurtarmaya gitmedi mi?

“Gitmez olur mu? Gittiler ama rüzgâr dokuz şiddetindeydi. Bunun ne demek olduğunu gelin mendireğe gidip hep birlikte görelim.”

Kaptan Hayati Bey’in önderliğinde Şile’nin ünlü mendireğinde ilerliyoruz. Uca doğru yaklaştığımızda, Hayati Bey: “Şimdi benimle birlikte ilerleyeceksin, yaptığım her şeyi sen de yapacaksın. Çünkü şu anda rüzgâr altı derece, yani bir dalgaya rastlarsan, kendini denizde bulursun” diyor. “Bak ilerde üç geniş dalga mendireğe doğru geliyor, biz onlara ‘üçerleme’ deriz, onlar mendireğe vurmadan koşarak kuytu bir yere sığınmamız gerekiyor. Fırla!”

“Fırla” komutuyla koşarak kendimi mendirekteki fırtınadan sonra hâlâ sağlam fenerin yan tarafına atıyorum. Dalga geliyor, acayip kuvvetli… Hayati Bey, “Bir de rüzgârın dokuz şiddetinde estiği o günü düşün” diyor. “Üstüne resmen bir kamyon geliyor. O gün bir gazetecinin ayağı kırıldı ve bottan düşenlerin yardımına koşan bir balıkçı, Mümin, kayboldu.”

“O havada bu botla kurtarmaya gidilir miydi?” Hayati Bey: “Ben bilmiyorum, bu durumda karar kaptana aittir. Denizci kuralları böyle der!”

Can yeleği neden yok

• Bülent gencecik bir cankurtaran eğitimcisi, o meşum günde, mendireğin ucuna ulaşıp, 968 no’lu kayaya tutunup yardım bekleyen Cemil Kaptan’la en son konuşan kişi. O günden beri morali çok bozuk. Yıllarca Şile’de pek çok kişiyi boğulmaktan kurtaran Bülent, o gün kaptanı kurtaramamanın acısını hep yüreğinde hissedeceğini söylüyor.

“İmkânsızdı, kıyıda kurtarma için gerekli olan araç gereç yoktu. Ambulans yoktu, mendireğin ucuna dayanmış zor ayakta duruyordum. Kaptan göz göre göre köpük boğulmasından öldü.”

- Köpük boğulması mı?

“Evet, su sizi kaldırır ama dalgaların üstünde oluşan köpük sizi kaldırmaz ve boğulmanıza neden olur.”

 

Sadece siyah bir kazak

Bülent bana Cemil Kaptan’ın 968 no’lu kayaya tutunmuş, ölümü beklerkenki halini gösteren videoyu izletiyor. Bir süre bakamıyorum ama o da ne? Kaptanın can yeleği yok. Olması gerekmiyor mu?

Bülent tahlisiye botunun uluslararası kurallar gereğince son teknolojiyle donanımlı olduğunu ve koruyucu pek çok araç ve gerecin botun içinde mevcut olduğunu söylüyor. Örneğin ekibin giymesi gereken elbiseler var. Bunlar hem batmayı önlüyor hem de termal oldukları için soğuktan etkilenmeyi engelliyor. Ayrıca hiçbir dalganın çıkaramayacağı can yelekleri mevcut. Dişler örselenmesin diye, dişlik bile var.

“Peki neden bunlar giyilmemiş? Kaptanın üstünde sadece bir siyah kazak var?”


Bülent “Bilmiyorum” diyor. “Zaten can yeleğini giyen tek kişi Ahmet Kasarcı su üstünde kaldı. Kurtuldu.”

 

Göz göre göre

Bülent’e soruyorum: “Gerçekten o havada denize çıkılmaz mıydı?”

Bülent “Çıkılırdı” diyor, “sonuçta bu bot ve ekibin işi bu. Sanki kader ağlarını örmüş gibi, her şey aleyhlerine işliyor. Örneğin Cemil Kaptan çok başarılı bir kaptanmış ama bazen olur böyle, deniz bağışlamaz. Bir de sürekli plan yapılması gerekir, acil planı, kaptanın ve ekibinin bu planı yapmaya vakitleri olmadı sanırım.”

İşte, Şile’de kurtarma ekibinden üç ve onları kurtarmaya giden bir balıkçının da ölümüyle sonuçlanan kazanın anatomisi. O gün Şile’de yazar Gabriel Garcia Marguez’in “Kırmızı Pazartesi” romanında olduğu gibi bir olay yaşanmış. Her şey göz göre göre olmuş. Ölüm adeta ben geliyorum, demiş.

İnsan düşünmeden edemiyor; neden böyle kazalar, Okyanus’a kıyıları bulunan başka ülkelerde ölümle sonuçlanmıyor? Ve şöyle denilebilir; her türlü teknolojiyi satın alabilirsiniz ama insanları bu teknolojiyi kullanmak için eğitmezseniz ve en önemlisi “Bana bir şey olmaz” duygusunu asgariye indiremezseniz, işten anlamayanları emir veren konumuna getirirseniz, kaza gelir sizi bulur.

Hızlı tren devrilir, cephanelik patlar, maden çöker, bot alabora olur…

Ve Kaptan Cemil Özben, yağcı Turgay Sarıboran, çarkçı Mehmet Genç ve balıkçı Mümin’in mezar taşlarına “Bir iş kazasında öldüler” diye yazılır.

Sacdan olsa parçalanmazdı ölüme gidiyoruz

• Evet, uzaktan yakından ilgisi olan herkes bilir ki, denizde kaptan Allah’tır. Onun sözü dışında hiç kimse hareket edemez. Nitekim, iki güvenlik botu, helikopterler, şilep kurtarma işlemini başarıyla yaparken yukardan, büyük ihtimalle o anda Şile denizindeki fırtınayı uydudan izleyenler, tahlisiye botuna “kurtarmaya katılın” emri veriyorlar. Ve emri verenlerin iddialarına göre rüzgâr şiddeti 3-7 arası.

Tahlisiye botunun Şile’de yaşayan kaptanı Rıfkı Çırtlık ve ekibi üç kez mendirekten çıkmaya çalışıyorlar, başaramıyorlar. Sonunda kaptan “Bu havada denize çıkmam!” diyerek masa başından verilen emri dinlemiyor. Emir verenler o zaman “Savunmanı yaz, istifa et ve botu boşalt!” diyorlar. Kaptan, kendisine büyük bir sorumluluk yükleyen karar verme yetkisini kullanıyor. Tehdide rağmen denize çıkmıyor. İşte burada işler biraz daha karışıyor. Ve durum iyice Türkiyeli olmaya başlıyor. Şile’deki kaptan öyle mi diyor, olmaz, hayır illa ki tahlisiye botu da kurtarmaya katılacak! Neden kaptan “çık emrini” dinlemiyor, bu hiç düşünülmüyor ve Beykoz’da konuşlanmış Kıyı Emniyeti ekibi derhal Şile’ye yollanıp kurtarma çalışmalarına başlamaları emrediliyor.

Beykoz ekibi kaptanlarıyla geliyor, kaptan Cemil Özben denize bakıyor, diğer kaptanın kararı doğru, bu havada denize çıkılmaz ama emir yineleniyor; çıkacaksınız! Cemil Kaptan bunun üstüne çabucak ekibiyle bota atlıyor ve hareket ediyor, ancak bot mendireğin hemen açıklarında alabora oluyor, bottan sağ olarak kurtulan mürettebattan Ahmet Kasarcı’nın dediklerine göre, ölen kaptan Cemil Özben en son üstleriyle telefonla konuşuyor ve şöyle diyor: “Makine kaput! İş akdinizi feshedeceğiz demiştiniz. Şimdi biz ölüme gidiyoruz. Ne biliyorsanız yapın!” Hayati Bey’e “İkinci ekip neden daha fazla itiraz etmedi” diye soruyorum. “Sorunun yanıtı” diyor, “kaptanın son sözlerinde gizli”...

Kaptanın son sözlerini yeniden düşünüyorum: “İş akdinizi feshedeceğiz demiştiniz. Şimdi biz ölüme gidiyoruz. Ne biliyorsanız yapın!” Evet, bu sözlerde bir sır var. Şile’dekiler ağız birliği etmişçesine, birinci ekibin 627 sayılı memur yasasıyla çalıştıklarını, emre karşı geldiklerinde en çok sürüleceklerini ama sözleşmeli çalışan diğer ekibin sözleşmelerinin yok sayılacağını söylüyorlar. Yani ikinci kaptan emre karşı gelseydi, tüm mürettebat işsiz kalacaktı. Belki de işsiz kalmak ölüm gibi korkutucu geldiğinden ikinci ekip kendini denize vurdu. Bu bir iddia, başka bir şey de olmuş olabilir. Kaptan kendine fazlasıyla güvenmiş de olabilir. Bu durum telsiz kayıtları incelendiğinde daha net bir biçimde ortaya çıkacak.

Bence dramatik olan, şimdilerde emri dinlemeyen ekipteki kişilerle Şile halkı arasındaki soğukluk. Bir de pek çok balıkçı en az on gündür balığa çıkmamış. Oysa denizde yas uzun sürmez, fırtına korkusu uzun sürmez. Üç kestane karası fırtınasını atlatan Hayati Bey’in bile canı bugünlerde pek deniz çekmiyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları