Işıl Özgentürk
Işıl Özgentürk isilozgenturk@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Mahremiyet, Masumiyet, Merhamet (13.05.2014)

13 Mayıs 2014 Salı

Bazı sözcüklerin yeni hallerini kullanmayı hiç sevmem. Örneğin “özel” hiçbir zaman mahremin yerini tutmaz bende. Masumiyet özellikle çok sevdiğim bir sözcüktür, içinde iyilik zamanlarını barındıran bir sözcük. Merhamet ise insanoğlunun en temel içgüdülerinden birini ifade eden, en sevgili sözcüklerden biridir.
Bugünlerde hayata ve dünyaya baktığımda, bu güzelim üç sözcüğün, utanç içinde başlarını eğip bir ağaç kovuğuna sığındıklarını görüyorum. Yüzleri çok acılı, çünkü öyle çok ihanet, öyle çok acımasızlık, öyle çok ifşa edilen sır görmüşler ki, ellerinden kendilerini gizlemekten başka hiçbir şey gelmiyor.
Orada o ağaç kovuğunda, anılarıyla baş başa yaşıyorlar. Mahrem, o eski günlerinde insanlar arasındaki sır dolu bakışları, hayal gücünün baştan çıkarıcı, kişiye özel görüntülerini, özenle katlanıp saklanan mektupları, kokusu yüz yıl süren kurutulmuş bir demet yaseminin, ipek bir mendilin içinde saklanan bir tutam saçın, geceleri, sonsuz bir sessizlikte alçak bir sesle sadece aya anlatılan hikâyelerini özlüyor.
Masumiyetin belleği hiç durmadan bir görüntüden öbürüne sıçrıyor, o masum günler artık hiç gelmeyecek gibi, kaybolmuş gibi. O genç adamı düşünüyor ve her seferinde aynı görüntü düşüyor aklına. Adam bir ranzada oturuyor. Elinde bir tırnak törpüsü var, bununla küçük bir ağaç parçasını yontmaya çalışıyor. Yaptığı işe kendini öylesine vermiş ki, zaman akıp gidiyor, yaşadığı mapushanenin bütün kapıları açılıyor ve o özgür bir kuş misali, gidip henüz dört yaşındaki oğlunun yanı başında ona en sevdiği masalları anlatıyor. Genç adam ağaç parçasını yontmaya devam ediyor, ağaç parçası muzip bakışlı bir kediye dönüşüyor, bu hafta görüşe gelen oğluna bu kez bir kedi armağan edecek. Aslan, maymun, fil, daha yatılacak ne kadar çok zaman ve yontulacak hayvan figürü var. Ne kadar çok.
Yıllar geçmiş, genç adamın yüzündeki çizgiler derinleşmiş, elinde bavulu, ürkek, mapushanenin kapısından çıkıyor. Geride yüzlerce anı, yüzlerce ses, yüzlerce yüz bırakmış. İlk işi evinin sıcaklığına dönmek. Ama evin sıcaklığı yok artık, yıllar geçmiş, her şey değişmiş,her şey ona yabancı olmuş. Can havliyle, artık kocaman bir çocuk olmuş, sürekli bilgisayarının önünden savaş oyunları oynayan oğluna yaptığı hayvan figürlerini arıyor. Evin altını üstüne getiriyor o yüzlerce hayvan figürü nereye gitmiş, nereye saklanmış olabilir? Çünkü bulamıyor, her kuytuyu, her köşeyi arıyor, yok. Oğluna soruyor, yanıt bir tek sözcük, “Bilmiyorum.Sonunda karısı “Onları attık” diyor. “Bir işe yaradıkları yoktu, evde boşu boşuna yer işgal ediyorlardı.” Genç adam sözcükleri kavramak ister gibi öylece bir an duruyor ve sessizce evin kapısını açıp kendini sokaklara atıyor. Herkesin birbirine yabancı, herkesin birbirine teğet yaşadığı sokaklarda kaybolmak istiyor. Ve hiç durmadan aklına, ölüm geliyor.
Merhamet, ağaç kovuğunda belleğini toparlamaya çalışıyor. Olmuyor, belleği tek bir görüntüde kalmış. Bir Amerikan askerinin karşısında, onu öldürmemesi için yalvaran altı yaşındaki kara kuru bir oğlan çocuğunda. Çocuk kendi dilinde sürekli yalvarıyor. “Ne olur beni vurma, ne olur beni vurma.” Amerikalı asker silahını çocuğa doğrultmuş, o da sürekli kendi dilinde konuşuyor. “Okey, Okey, Okey!”
Ve asker birden elindeki silahın tetiğini çekiyor. Yalvaran oğlan çocuğu artık yaşamıyor, büyük bir kan gölünün ortasında, öylece yatıyor.
Bu artık modası geçmiş, eski üç sözcüğü çok severim. Mahremiyet, masumiyet, merhamet...
Beni izleyen sevgili okurlarımın bu yazıyı hatırladıklarını düşünüyorum, 2005 yılında yazdığım bir yazı bu. Mahremiyet, masumiyet ve merhamet bu ülkeyi terk etti. Oynanan büyük tiyatroda artık bize yer yok dediler. Canım çok mu sıkkın? Öyle çünkü benim oturduğum semt gelir açısından yüksek sayılır, buna rağmen bizim semtte bile akşamüstü dağılan pazar yerlerinde atılan sebze ve meyveleri toplayanlar iyice arttı. Bu kimseye hiçbir şey söylemiyor. Varsa yoksa bir cumhurbaşkanı seçimi. Ülke battıktan sonra cumhurbaşkanı olsan ne yazar, olmasan ne yazar. Siyaset hiçbir dönemde bu kadar gereksiz olmamıştı.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları