Leyla Tavşanoğlu

Füze kalkanının hedefi Suriye

12 Mayıs 2013 Pazar

\n

NATO Genel Sekreter adayı Frattini’ye göre İstanbul zirvesi Libya operasyonunun önünü açtı

\n

İstanbul Girişimi olmasaydı Arap ülkeleri ve Arap Birliği’nin aktif olarak olaya müdahil olmaları çok zorlaşacaktı. Çünkü İstanbul Girişimi’nin önkoşulu NATO ortaklarının müdahale etmesiydi. NATO artık Arap ülkeleri için de faal bir örgüt.
Ağır silahlarla donatılmış Suriye rejimi, Türkiye sınırlarına saldırma kapasitesine sahip. Türkiye’yi bu tehlikeye karşı savunmasız bırakmak mümkün değildi. Füze önlemini alarak “Türkiye yalnız değil” mesajını verdik.

\n

LEYLA TAVŞANOĞLU

\n

NATO Genel Sekreterliği’ne tek aday olan İtalya’nın eski Dışişleri Bakanı Franco Frattini İstanbul’daydı. İktisadi Kalkınma Vakfı’yla (İKV) Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin ortaklaşa düzenlediği “Türkiye-AB İlişkilerinin 50. Yılında Türkiye’nin Üyeliği” konulu konferansa konuşmacı olarak katıldı. Söyleşimizde Türkiye’nin NATO içindeki rolü ve AB üyeliği için önemli mesajlar verdi. “Arap Baharı” bağlamında Libya’daki çatışmalara NATO’nun müdahil olabilmesinin 2004’te İstanbul’da toplanan NATO zirvesinde alınan kararlar sayesinde sağlandığına dikkat çekti. Kürecik’e füze kalkanının kime karşı konuşlandırıldığı sorumu yanıtlarken Frattini, Suriye tehdidine karşı olduğuna dikkat çekti. NATO’nun artık sadece askeri değil, aynı zamanda siyasi bir ittifak haline geldiğinin de altını çizdi. Frattini Türkiye’nin AB üyeliğinin karşılıklı çıkarlara hizmet edeceğini önemle vurguladı.
- Türkiye’yle NATO arasındaki ilişkileri özellikle Malatya’nın Kürecik bölgesine füze kalkanının konuşlandırılmasından sonra nasıl görüyorsunuz?
FRANCO FRATTİNİ - Türkiye baştan beri NATO’nun kilit ortaklarından birisi olmuştur. Ülkeniz, Kafkaslar’dan Akdeniz’e ve Ortadoğu’ya uzanan çok geniş coğrafyanın istikrarının garantörlüğünü temsil etmiştir. Bugün burası bütün dünyanın güvenliğinin kilit bölgesidir. Çünkü Büyük Ortadoğu, Akdeniz ve Kuzey Afrika bölgelerinde güvenlik ve istikrar olmazsa bütün dünyanın güvenlik ve istikrarı bundan etkilenecektir.
İtalya Dışişleri Bakanlığım döneminde 2004’te İstanbul’da yapılan NATO zirvesinde hazır bulunmuştum. Bu zirve çok önemliydi. Çünkü o zirvede İstanbul Girişimi’nin başlatılması kararı alınmıştı. Bu NATO’nun çok önemli başarılarından birisiydi.
- Neden?
Çünkü Körfez ve Arap dünyası ülkeleri de işin içine girmişti. Libya krizi sırasında da Arap Birliği ve Arap ülkelerinin katılımının ne kadar önemli olduğunu birebir gördük. Bu da 2004’teki İstanbul Girişimi sayesinde oldu.
İşin bir başka boyutu İsrail’le Türkiye arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesine çalışmaktır. Bu iki ülke bölgenin istikrarı ve barışı için kilit konumdadırlar. İki ülke arasında somut temaslar ve diplomatik ilişkilerin normalleştirilmesinin başlatılması bakımından özellikle İsrail Başbakanı
Binyamin Netanyahu’nun attığı adıma Başbakanınız Erdoğan’ın verdiği karşılık beni çok memnun etti.
Bunun başarılması başta ABD olmak üzere NATO’nun bütün Avrupalı üyelerini mutlu edecektir. Böylece Türkiye merkez rolünü koruyacaktır. Dostum
Ahmet Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” siyaseti uluslararası konularda yine kilit konumunda olacaktır.
Bugün Kürt sorununun çözümü yolundaki yaklaşımları da memnunlukla karşılıyorum. Açıkça söylemek gerekirse de Türkiye’de yeniden AB üyeliği konusunda esmeye başlayan olumlu havadan da çok memnunum. Son aylarda AB’yle ilişkilerde olumsuz duygular hâkim olmaya başlamıştı. Özellikle Fransa’da izlenmeye başlanan siyasetle birlikte ortam gittikçe iyiye doğru gitmektedir. Haziranda müzakerelerde yeni bir fasıl açılacağından eminim. Bu da 22 sayılı bölgesel işbirliğiyle ilgili fasıl olacaktır. Bütün bu unsurlar bir arada Türkiye için, istikrar ve güvenlik açısından NATO içinde kilit bir rol sağlamaktadır, diye düşünüyorum.

\n

AB’yle Türkiye arasında güven eksikliği var

\n

Çok cömert olduğumuzdan değil ama AB’nin çıkarı için Türkiye’nin üyeliği önemli. Bu, Arap Baharı’nın demokrasi yolunda ilerlemesine örnek olacaktır

\n

- NATO’nun Arap Dünyası ve Körfez ülkelerine doğru genişlemesini sağlayan 2004’deki İstanbul Girişimi’nden söz ettiniz. Acaba NATO’nun Libya’ya müdahalesinin yol taşları İstanbul Girişimi’yle mi döşendi?
İstanbul Girişimi olmasaydı Arap ülkele
ri ve Arap Birliği’nin aktif olarak olaya müdahil olmaları çok zorlaşacaktı. Çünkü İstanbul Girişimi’nin önkoşulu NATO ortaklarının müdahil olmalarıydı. İkinci olarak, Arap Birliği üyesi ülkelerin NATO’yla ilgili düşüncelerinin tamamıyla değiştiğini düşünüyorum.
NATO’nun sadece askeri bir ittifak olduğu görüşü artık değişiyor. NATO artık sadece askeri değil, siyasi yaklaşımları da olabilen bir örgüt olarak değerlendiriliyor. NATO artık krizler sonrası durumlarda da aktif olabilecek. 2014’ten sonra NATO Afganistan’ı terk etmeyecek. Aksine, NATO Afgan ordusunun güçlendirilmesi, askeri güçlerin eğitilmesi, yapısal çalışmaların başlatılmasında rol oynayacak. Aynı durum Libya için de geçerli.
Artık NATO’nun üstlendiği yeni bir rol bu. Geçmişte Batı, Arap dünyasına silah ve askeri güç empoze ediyor görüntüsü vardı. Artık böyle değil. NATO artık Arap ülkeleri içinde faaliyet gösteren uluslararası bir örgüt. Bu NATO’nun yeni perspektiflerinden birisi.
- Peki, Kürecik’e füze kalkanı kime, nereden gelecek bir tehdide karşı konuşlandırıldı?
Füzeler bana göre, kullanılacakları için değil önleyici önlemler olarak konuşlandırılır. Kürecik’e füze kalkanı Türkiye’ye bir dayanışma mesajı olarak konuşlandırılmıştır. Sanıyorum, Türkiye NATO’dan bir dayanışma jestine ihtiyaç duyuyordu.
Ne yazık ki ağır silahlarla donatılmış Suriye rejimi, Türkiye sınırlarına saldırma kapasitesine sahip. Türkiye’yi bu tehdide karşı savunmasız bırakmak mümkün değildi. Biliyorsunuz NATO sözleşmesine göre üye ülkelerden birisinin ihtiyaç duyması halinde NATO onu korumak ve yardım etmekle yükümlüdür.
Biz
Esad rejiminin saldırı kapasitesi olan tehlikeli bir düşman olduğunu düşündük. Dolayısıyla füze önlemini alarak da “Dikkat edin. Türkiye yalnız değil” mesajını verdik. Öte yandan AB ülkelerinin de Türkiye’ye mülteciler konusunda yardım etmeleri beklenirdi.
2004-2007 arası AB Komisyonu Başkan Yardımcısı’yken 2005-2006 arası Irak’tan Ürdün ve Lübnan’a bir mülteci akını olduğunu hatırlıyorum. O sırada AB üyesi gönüllü ülkelere bu mültecilerin yerleştirilmesi programını yönettim. Başarılı da oldu. Böylece 30 bin kadar Iraklı mülteciyi yerleştirdik.
Bugün de Türkiye’ye benzer bir yardım yapılması gerekirdi. Dolayısıyla Türkiye’ye askeri destekle birlikte insani yardım da yapılması gerekirdi.
- AB’yle ilişkilerin iyice tıkanmasının nedeni sizce Kıbrıs Rum kesiminin dönem başkanı olması değil miydi?
- Evet de, AB’yle Türkiye arasındaki bu çıkmaz sadece Kıbrıs’ın (Rum kesimi) altı aylık dönemine özgü bir durum değil. Aslında AB’yle Türkiye arasındaki gerçek sorun karşılıklı güven eksikliği.
Bir noktadan sonra Türk liderlerin AB’ye hiç güven duymadıklarını, karşı tarafta da aynı güven eksikliğinin bulunduğunu tespit ettim. İtalya’da 2008’de ikinci Dışişleri Bakanlığım döneminde Türkiye’nin Dostları Grubu’nu kurdum. Bu gruba İngiltere, Polonya gibi dokuz ülke temsilcileri katıldı. Karşılıklı güvenin yeniden nasıl sağlanabileceği çalışmaları yaptık.
Şimdi İrlanda ve Litvanya’nın başkanlıkları döneminde müzakerelerde yeni fasılların açılması ve güven artırıcı önlemlerin alınmasını başarabileceğimizi düşünüyorum.
Bana göre çok cömert olduğumuzdan değil, ama Avrupa’nın çıkarı için Türkiye’nin AB üyeliği önemli. Ama bu Türkiye’ye sunulmuş bir armağan da değil. Türkiye’yle aynı çıkarları paylaşıyoruz. Türkiye’nin üyeliğiyle birlikte nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan insan haklarına saygılı, demokratik, Kafkaslar, Ortadoğu, gibi geniş coğrafyada etkili olan bir ülke simge haline gelecektir. Bu
‘Arap Baharı’nın demokrasi yolunda ilerlemesine örnek olacaktır.

\n

Kürt çözümü AB’yle ilgili değil

\n

- Bir başka nokta daha var. Kimileri, Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinin bölünerek Kürtlere verilmeden Türkiye’nin AB üyeliğinin mümkün olmayacağı görüşünü savunuyor. Siz buna ne diyorsunuz?
Bunun Kopenhag kriterleriyle hiçbir ilgisi yok. Biz oyunu oynarken oyunun kurallarını değiştiremeyiz. Yıllar önce AB’ye üye olmanın koşullarını saptamıştık. Bu kriterler Kürt konusunu içermiyor. Şunu da söylemekte yarar var: Kürt sorununun çözümü Brüksel’n değil, Ankara’nın çıkarınadır.
Bunu söyledikten sonra Kürt sorununda bir normalleşmeye doğru gidilmesinden memnunluk duyuyorum. On beş gün kadar önce Erbil’deydim. Kürdistan (Irak’ın kuzeyi) Devlet Başkanı
Barzani tarafından davet edilmiştim. Türkiye’yle ilişkilerde nasıl bir gelişme meydana gelmekte olduğunu gözlerimle gördüm.

\n

AB kritik kavşakta

\n

- Özellikle bu parasal ve ekonomik krizler ışığında AB’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Çok kritik bir kavşaktayız. Sadece ekonomik bir birlik olarak mı kalmak, yoksa uluslararası sahnede siyasi bir aktör mü olmak istediğimize karar vermek zorundayız. Bunu yapmak için de Maastricht’in yarım bıraktığını tamamlamalıyız.
Ortak bir para birimi, ortak bir pazar, ortak bir bankaya sahibiz. Ama siyasi bir kılavuzumuz yok. Dolayısıyla siyasi bir birliğe ihtiyacımız var. Ben çok ileri bir Avrupa fikrini, Avrupa Birleşik Devletleri’ni destekliyorum.

\n

PORTRE
FRANCO FRATTINI

\n

Roma, 1957 doğumlu. Yükseköğrenimini Roma Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yaptı. Yargının çeşitli kademelerinde görev yaptıktan sonra İtalya Danıştayı’nın üyeliğiyle Maliye Bakanlığı Hukuk Danışmanlığı’na atandı. Eski Başbakan Silvio Berlusconi’nin 1994-95 yıllarındaki ilk hükümetinde kabine sekreteri oldu. Daha sonraki Dini hükümetinde Yerel İşler Bakanlığı’na getirildi. 2001’deki ikinci Berlusconi hükümetinde Kamu Yönetimi Bakanı oldu. 2002-2004 arası Dışişleri Bakanlığı’nı yürüttü. 2004-2008 arası AB Komisyonu’nda Adalet, Özgürlük ve Güvenlik Komiseri olarak görev yaptı. Daha sonra istifa ederek dördüncü Berlusconi hükümetinde 2008-2011 arası yine Dışişleri Bakanı oldu. 2013 genel seçimlerinde adaylığını koymayarak Danıştay üyeliğine döndü. Önümüzdeki sonbaharda yapılacak NATO Genel Sekreterliği ataması için şu anda tek aday.

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tedavi olsunlar 1 Mart 2015

Günün Köşe Yazıları