İşte, ödül listeleriyle birlikte durmadan ısıtılıp önümüze sürülen dilemma. Sanatsal etkinliklerde yarışma düzenlemenin temelindeki anlamsızlığı yeniden vurgulama olanağı getirmesi dışında, ne yararı olabilir ki bu sorunun?
Tabii ki hem içerik hem de biçem. Doğallıkla, estetik ve anlam birlikteliği...
Toplumsal kaygıların yönlendirdiği dürüst politik duruşların, yaratıcılığın özgün şiirsel dili eşliğinde mümkün olabildiğince estetize edilmesi.
YEDİ SANATÇI, ORTAK BİR ÇİZGİ
Bu yıl Altın Aslan adayı filmlerin olağandışı yüksek bir sinema düzeyi yakaladığını unutmayalım öncelikle. Ayrıca, filmlerin gündeme getirdiği gerçekler gerisindeki küresel sorunların dallı budaklı korkutucu yoğunluğu karşısında ne yapabilirdi ki yedi kişilik jüri? Bu yükün altından kalkmak kolay değildi.
Dört kıtanın farklı kültürlerini temsil eden, çoğunluğu yaratıcı yönetmenlerden oluşan yedi sanatçı, ortak bir çizgi belirlemekte doğal olarak zorlanacaktı.
Sesi yüksek perdeden çıkan, beğenilen, uzun uzun alkışlanan ve tartışılan onca film arasından, Jim Jarmusch’un içtenci minimalist diliyle ön plana çıkarılması, güncel eğilimlerin ve küresel gerçeklerin dehşeti ötesinde, sinema sanatının katıksız bir sanat dalı olduğunu vurgulamak isteği olarak ta yorumlanmalıdır.
“Baba Anne Kız Kardeş Erkek Kardeş" (özellikle virgül konulmayan adının da çağrıştırdığı gibi) bağımsız Amerikan sinemasının has örneklerinden biri. Herkesin başrolde olduğu (Adam Driver, Cate Blanchett, Vicky Krieps, Charlotte Rampling, Tom Waits...) bir film. Üç farklı ülkede, aile içi iletişimsizlik konusuna, sessiz sedasız mesafeli kamerası ardından ironik gözlerle bakan Jim Jarmusch, (ne yazık ki bir başyapıt olmayan bu son filmiyle) yıllardır hakettiği bu büyük ödülü sonunda alıveriyor.
JÜRİ KARARLARI
Kendi adıma çok mutluyum. Birbirimizi kişisel düzeyde tanımayız ama Jim Jarmusch ile 40 yıllık gizli bir dostluğumuz var. 1984'te, ilk filmi “Stranger Than Paradise” ile Cannes’da altın kamera ödülü aldığında, ilk filmleri değerlendiren bu yeni jürinin yedi üyesi arasında yer almaktaydım. O yıl da genç yönetmenler düzeyinde olağanüstü bir yıldı. Son tura, Jim Jarmusch ile Lars von Trier kalmışlardı. Uzun süren güzel tartışmalar sonunda, ilk andan beri savunduğum “Element of Crime”dan vazgeçerek, oyumu "Stranger then Paradise"a vermiştim. Jim Jarmusch, üçe karşı dört oyla altın kameranın sahibi oluyordu...
Tek üzüldüğüm nokta, Macar sinemasının özgün adı İldikó Enyedi’nin, "Sessiz Dost" ile üçüncü sıraya çıkamayarak en iyi yardımcı oyuncu ödülüyle yetinmek zorunda kalması. Jüri karar toplantıları, keşke sistematik olarak kayda alınabilse! Arşivler açıldığında sinema tarihi için çok yararlı belgeseller kotarmaya imkân verecek müthiş bir hazineye sahip olurduk. Kimse de kalkıp, sıcağı sıcağına jüri kararlarını eleştirerek bin tür spekülasyona yeltenmezdi.
HÜMANİST VE ANGAJE SİNEMA
Ödül listesinin ikinci sırasına kaydırılan Kaouther Ben Hania’nın olay filmi “Hind Rajab’ın Sesi”, hümanist ve angaje sinemanın güçlü bir sesi olma niteliğiyle, kuşkusuz tüm dünyada yankı bulacak.
Beklendiği ve umulduğu gibi Altın Aslan alsaydı; Gazze savaşının arkasında duran ve nsanlık suçlarının işlenmesine göz yuman küresel güçler tarafından herhalde daha da sert yöntemlerle susturulmaya çalışılacaktı.
Bu arada, Netflix yapımı filmleri kotaran Kathryn Bigelow, Guillermo del Toro ve Noah Baumbach gibi isimlerin eli boş dönmeleri yanında, platformların en sinefili görünümündeki MUBI’nin, Jarmusch'un filmiyle öne çıkması, ayrıca dikkati çekiyor.
Sonuç olarak, dünyanın ilk uluslararası sinema festivali Venedik’in, ne geniş kitle Amerikan sinemasının ne de politik filmlerin değil, en yalın örnekleriyle yaratıcı sinemasının kalesi olduğu da hatırlatıldı.