Leyla da ben de seni ne kadar çok severiz bilirsin. İyi ve yararlı, çalışkan ve düzeyli, vefakâr ve dirayetli bir insansın. Ama suçlusun. Lütfen bunu kabul et... Ben hiçbir meseleyi tek nedene bağlamam. Senin aldığın cezayı da tek nedene bağlamıyorum. Pek çok nedeni var. Herkesin bildiği ilk neden, İstanbul seçimlerinde, Ekrem İmamoğlu’nun kazanmasında çok önemli rol oynaman. İkinci neden CHP içinde çok fazla çalışıyor olman... Daha pek çok neden sayılabilir. Ama asıl nedeni atlıyorlar. Bence asıl neden, senin kadın olman Canan... İstanbul Sözleşmesi’ni bir düşün. Tak diye iptal edildi. Dolayısıyla kadın hakları konusu da tedavülden kalkmış oldu. Sen de bir kadınsın ve frenin yok. Her kadın gibi duracağın zamanı ve yeri saptayamıyorsun. Biraz geride dur. Kurbağaları ürkütüp durma. Bırak bu işleri. Hayat kendi kendine de yürüyor. Elinin hamuruyla erkek işlerine karışma.

Kadınlar tarafından çok seviliyor olabilirsin ama erkekleri de düşün. Daha doğrusu erkek gözüyle meselelere yaklaşıp insan gözüyle görmeyenleri... Canan, kusura bakma suçlusun. Ama her nedense ben yine de seni seviyorum. (Bu yazı Cumhuriyet de değil de başka bir yerde yayımlansa, hemen şöyle yorumlar çıkardı: Müjdat Gezen de Canan Kaftancıoğlu’nu suçluyor.)

MİDE

Tıp adamları genellikle mide ve bağırsakların ikinci beyin gibi hareket ettiklerini söylerler. Doktor dostlarımdan çok duymuşumdur bu benzetmeyi. Ayrıca yaşayarak da doğruluğuna inananlardanım. Şu korona günlerinde döndü dolaştı benim de başıma geldi. Eskiden de vardı ama şu aralar (mevsimler değişiyor) mide sıkıntılarım başladı. Doktorum bütün ilaçları kesti. Sadece mide ile ilgili birkaç ilaç alıyorum, o kadar. Ama diyabetle ilgili, trigliseritle ilgili mecburen almam gereken ilaçlarım da var. Anlayacağınız sıkıntılı günlerden geçiriyor olduğumu söyleyebilirim. Ama içinde bulunduğumuz dönem öyle ki buna da şükretmek durumunda kalıyoruz. 

ÇOK İSTERSEN

Bir şeyi çok istersen yaparsın. Tabii bunu derken “Ben yarın Ay’a gitmek istiyorum, hem de yarın” dersen buna karışamam. Eğer sen çok istersen dünyayı değiştirirsin ve hatta hükümeti değiştirirsin. Mesela AKP memleketi değiştirdi. Diyeceksiniz ki: “Bu nasıl değiştirme be!” Haklısınız, ben de tam onu demek istiyorum işte. Salgın sürüyor. Sağlık Bakanı “Dikkatli olun, kalabalık yerlere girmeyin” diyor. Cumhurbaşkanı telekonferansla AKP kadın kolları kongrelerine bağlanıp “El ele tutuşun, maskeni çıkar” diye talimat veriyor. Bir araya gelip protesto yapmak isteyen öğrencilere ise “terörist” diyor. Çok isterseniz yaparsınız. Seçimler yapılacak. Ben kendi hesabıma değiştirme yönünde oy kullanacağım.

Genç Kız

Y

ağmur çiseliyordu. Balkon cam çerçevelerle çevrilmiş küçük bir kış bahçesini andırıyordu. Genç kız, hafif nemli gözleriyle önündeki çaydan bir yudum aldı. “Soğumuş” diyerek fincanı itti. Yeniden doldurmak için küçük bir hareket yaptı ama üşendi, kalkmadı yerinden. “Bana vurmayacaktın baba” diye mırıldandı. Sildi burnundan akan sıvıyı. 

Baba, dizlerine vurup duruyordu. Anne, “Bırak dizini dövmeyi, olan olmuş bir kere, az sabredip kızın ne diyeceğini bir dinleseydin böyle olmazdı” dedi. Anne devam etti: “Sen artık o gözlükleri değiştir efendi. Nasıl tanımazsın kızının yanındaki kendi yeğenini. Ayrıca arkadaşı olsa ne olur? Genç kız, kıza ağız açtırmamışsın. Ayıptır. Seneye üniversiteye gidecek, o artık çocuk değil... Neyse, olan olmuş. Yapmazsın bir daha olur biter.” Baba kafasını öne eğdi, bir iki kere daha dövdü dizini, sonra bir cigara çıkardı. Yakamadı. Çakmağı ters tutmuştu. Anne: “Hem gözlüğünü hem bu huyunu değiştir sen. En iyisi bu” dedi. 

Akıllı olmayı göze al. Hemen başla, iyi yaşamayı ertelemek ırmağı geçmek için suyun akmasını ve kurumasını bekleyen bir aptal olma. Irmak akar. Hem de gümbür gümbür ve sonsuza kadar… Çocuklarımıza şimdi öğretilenler büyük bir ahmaklıktır. Horatius

NOT: Buradaki Horatius’u Shakespeare’in Hamlet oyunundaki Horatio ile karıştırmayın. Zaten siz benden daha iyi biliyorsunuz, aptallık ettim.