‘Kızılcık Şerbeti’ meselesi

08 Ocak 2023 Pazar

Her geçen yıl kültür savaşlarını, kimlik çatışmalarını azaltmak yerine hızlandırıyor. Eskiden laik-muhafazakâr çatışması der geçerdik. Artık öyle değil. Mevzu dallanıp, budaklandı, sağ-sol ideolojiler yerine geçen bir siyasi strateji haline geldi.

Kimlik çatışmalarının “karşıt kültürler savaşına dönüşmesinin” mazisi 90’lara gidiyor ama “kültür savaşları” olarak anılan dinamiği, sürekli bir “seçim stratejisi”ne dönüştüren isim Donald Trump oldu. 

Trump sonrasında trend, dünyaya yayıldı. 

Brexit’çiler “kültür savaşlarıyla” dümene yerleştiler. 

İtalya’da son olarak Meloni, “Kadınım, anayım, Hıristiyanım” sloganıyla kimlikçi söylem ve stratejiyle seçim kazandı ve “Çizme’deki ilk kadın başbakan” oldu.    

Sağın ekonomik kriz, hayat pahalılığı,işsizlik vs. üzerine artık bir söylemi yok. Boşluğu kültür savaşları dolduruyor. 

Kültür savaşları hem safları sıkıştıran bir tutkal hem karşıyı vuran bir silah oluyor. 

Siyaset aynı toplumdaki kültürel faylar ve yarıklardan yürüyor. 

Batı’nın fayları cinsel kimlik, göç, kürtaj gibi spesifik konular üzerinden ilerlerken İsrail-Türkiye gibi ülkelerde bu, geleneksel sekülerlik-muhafazakârlık ikilemine yaslanıyor. 

Çekişme öylesine yaygın ki popüler kültür de kültür savaşlarının çekiminden etkileniyor.  

AKİVA OLDU ‘ÖMER’

Pandemide Netflix’te izlediğim en çarpıcı diziler, özellikle kimlik/kültür çatışması üzerineydi. Bizden Bir Başkadır, İsrail’den Shtisel, New York’un yobaz Yahudilerine yönelik Unorthodox hep bu kültür savaşlarına yönelik projelerdi. 

Çok beğendiğim “Shtisel” ve “Unorthodox”u daha önce de yazdım (10 Mayıs 2020). 

İsrail’de reyting rekorları kıran ve gelenek ile modernliğin çatışmasına ışık tutan “Shtisel”e bayılmıştım.

“Yeşiva”da -bir Yahudi medresesi- müdür olan Shulam Shtisel’in ayran gönüllü, (dinen tabu!) sanat tutkunu ressam oğlu Akiva ile arasındaki çelişki yansıtılıyordu. 

İzleyiciyi tutsak alan Dov Glickman ile Michael Alon’un tiyatro sahnesini aratmayan oyunculuklarının ekrana yansıttığı dizi bizde şimdi Ömer adıyla uyarlanıyor.   

İlk bölümünü yarın gece Star’da izleyeceğimiz dizinin Akiva’sı Selahattin Paşalı’nın canlandırdığı imamın oğlu “Ömer” olmuş. Öyküden ziyade oyunculuğa abanan dizinin Gökçe Bahadır, Barış Falay, Merve Dizdar’dan oluşan güçlü bir kadrosu var.    

Ömer’in Türk izleyiciyi kavrayıp, kavrayamayacağını göreceğiz ama Show’da kültür çatışmasını konu alan ve halen Türk televizyonlarında türünün ilk örneği sayılabilecek bir dizi var: Kızılcık Şerbeti.

Evrim Alasya, Settar Tanrıöğen, Aliye Uzunatağan, Sibel Taşçıoğlu gibi gene güçlü oyuncuları bir araya getiren dizinin konusu hedefi 12’den vuruyor: “Eski Türkiye” ailenin üniversiteli kızı, kendisini, daha sonra eve kapatmak isteyen ve otelleri, kaplıcaları, hastaneleri olan yeni zengin bir “yeni Türkiye” ailesine gelin gidiyor. 

KADININ ADI YOK

Gelinin, “laikçi teyze” annesi Kıvılcım-Evrim Alasya şoklarda...

“Yeni Türkiye”li kayınvalide Sibel Taşçıoğlu taze gelini önce sabırla okuyup üfleyerek-ailenin geniş imkânlarıyla!- devşirebileceğini umarken avcunu yalıyor ve yıkılıyor.  

Boş beleş dizilerin piyasayı devraldığı bir dönemde Show’u bu netameli konuya el attığı için aslında tebrik etmek gerekir. 

“Mevcut kutuplaşmada böyle bir diziye ne gerek vardı?” eleştirileri sosyal medyada ne ki çok yaygın. Oysa ki kanal iki mahallenin “tik”lerine parmak basmakla yetiniyor. 

Dizinin elbette ki açmazları var. Tempo düşüren diyaloglar, hiciv yerine başvurulan gereksiz dersler, her bekâr seküleri bir türbanlıya, her muhafazakârı seküler bir kadına yamama abuklukları bunlardan bazıları.

Ama psikolojik bunalım ve entrika dizilerinden yıldığımız sırada hiç olmadı anlamlı “bir konuyla” karşımıza çıkıyor. 

Kapalıların “türban şıklığı-jip”ortamı örneğin iyi yakalanmış. Aileleri ilk defa yüz yüze getiren harikulade kız isteme sahnesi, düğün organizasyonunda -“içki ikramı” olsun, olmasın!- bombalarının tasviri keza mükemmel olmuş. 

Gelinlik, “Gecelik gibi açık olur mu?” tripleri, “yeni Türkiye”nin “eski Türkiye”yi takılarıyla ezme sevdaları, görmemişliğin zirve yaptığı “çeyiz sergisi” ritüelleri falan hiç aksamayan kültür çatışmalarına örnekler. 

Mesele sadece -çokları tarafından geride bırakıldığı düşünülen- “türbanlı/türbansız” farkından ibaret değil. Damardan kadının toplumdaki yeri ve işlevi ile ilgili. 

Muhafazakârların ABD’de okumuş kızı Nursema örneğin, 30’unda hâlâ evden dışarı adım atamıyor. 

Muhafazakâr anne, kızının eserlerinin bir hat sergisinde yer almasına dahi karşı. Kamu alanı sadece Nursema’ya değil, adını gündeme getirecek her vesileye yasak. 

“Anne niye beni anlamıyorsun?” diye üsteliyor Nursema: “Benim hayallerim var!”

“İyi” diyor annesi; “Hayallerini evlenince gerçekleştirirsin!”

Kızılcık Şerbeti her türlü 6’lı masanın istikşafi görüşmelerinden ilginç. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024
Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları