Öner Yağcı

Cumhuriyet’in 100. yılına girerken

31 Aralık 2022 Cumartesi

Baş döndürücü bir hızla akıyor yaşam. 

Çirkinlikler üst üste yığılırken her şey olağanmış gibi gelmeye başlıyor. 

Bir yandan yoksulluk sadaka toplumuna, cahilliğin saltanatına dönüştürülürken öte yandan tüketim toplumu çılgınlığının yolları döşeniyor.

Akıl düşmanlarının aklı yok etmesinin adımlarıyla duyarsızlık yaşamın temeli oluyor. 

CEHALETİN KISKACINDA

Yaşama kültürümüz evrensel ve ulusal olarak tasarlananlar doğrultusunda doludizgin giderken ülke kurban ediliyor.

Çağdaş insanlık kültürü örgütlenmiş bir kötülüğün merkezi haline gelirken dünya benimdir diyen emperyalist güçlerin getirdiği “yeni düzen”, insanı insan olmaktan utandıran bir duruma taşıyor. 

20. yüzyılın ikinci yarısından sonra izlenen Yeşil Kuşak, Ilımlı İslam, BOP politikalarının sonucu insanlığın çoğunluğu cehaletin kıskacında.

İnsanlığın özgür olma arayışı en kötü noktasına geldi.

Eğitim, sağlık, hukuk sistemlerimiz çökertilirken geleceğimiz karartıldı.

Egemenliğini sürdürebilmek için yüzyıllardır Tanrı’yı kullananlar emperyalist politikaların desteğiyle, dünyayı, insanlığın yarısı kadını yok sayan bir gerçeklikle yüz yüze getirdi. 

EGEMENLİK KİMİN?

Lozan’ı Sevr’e dönüştürme amacındakilerin tasarıları emperyalizmin politikalarıyla kesişiyor ve Cumhuriyetin değerleri, kurumları kirletiliyor, yok ediliyor. 

“Biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır” diyen Atatürk’e inat, tarikatlara övgüler dizilirken toplumun yaşama biçiminin belirlenmesinde “din”in mi “bilim”in mi asıl olacağı sorusunun yanıtını içeren “laik” olma ya da olmama sorunu, toplumumuzun temel sorunu bugün.

“Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” tanımlaması yetmiyor. “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusun” mu olacak, geleceğimizi aklımız mı belirleyecek yoksa din adına fetva verenler mi? 

KORKUNUN İŞARETİ

Bu gerçeklik kadınlara, çocuklara, özgürlüğe, adalete, kardeşliğe, eşitliğe, insana acı çektirirken acı çektirenlere korku salıyor.

Altılı masaya kurulan kumpaslar, HDP’nin kapatılma davası, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne örülen örümcek ağları korkunun işaretidir.

Ne demişti Nâzım Hikmet: “Şafaktan korkuyorlar,/ görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar./ ... Tohumdan ve topraktan korkuyorlar,/ akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar./ ... Ümitten korkuyorlar/...  türkülerimizden korkuyorlar.”

ANDIMIZ’I UNUTMAMAK

“Çağımızın Şairlerine” adlı şiirinde, “Ne zaman eşit pay alırsak bolluk sepetinden,/ ne zaman hepimiz sırayla oturursak halk sofrasına,/ ne zaman her eve girerse bereketli aydınlığı bilimin,/ ne zaman pırıl pırıl yanarsa tekmil evler aydınlıklar içinde,/ işte o zaman deriz, burada duralım, tamam,/ işte burası bolluk ülkesi, mutlu toprak./ Biz o güne kadar, dur durak bilmeden/ sürdüreceğiz amansız savaşımızı,/ dağ taş demeden yürüyeceğiz,/ gözler çakmak çakmak, yumruklar sımsıkı./ Sonunda, bütün bu çabalara karşılık/ hiçbir şey geçmeyebilir de elimize,/ yola çıkarken zaten biz bunu göze almıştık” demiş Sandor Petöfi (Çev: A. Kadir-Şerif Hulusi).

Can Yücel’in TÖS’ün Ankara’da düzenlediği Devrimci Eğitim Şûrası’nda 8 Eylül 1968 günü okuttuğu “Andımız” şöyleydi:

“Türküm, doğruyum, devrimciyim./ Yasam, iç ve dış gâvuru dışarı atmak,/ Yurdumu tez elden kalkındırmaktır.../ Ülküm işçiye iş, köylüye toprak,/ Bebeye süt, yavruya ekmek ve kitap,/ Gence gelecek sağlamaktır./ Varlığım, ulusal kurtuluşumuza ve bağımsızlığımıza armağan olsun.”

*

Cumhuriyetimizin 100. yılı bilinç, direnç, cesaret ve umutla dolsun.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Zaman, savaş ve insan 7 Aralık 2024
Tüketilmek 30 Kasım 2024
Günümüzün Nazizmi 23 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları