Öner Yağcı

Korkudan kurtulmak özgürleşmektir

10 Ekim 2020 Cumartesi

Yaşadığımız korku toplumunun baskı ve şiddetle yetinmeyerek yalanlarla da egemenliğini sürdürdüğünü açıkça yaşadığımız koşullarda, “Çevresine korku salanın kendisi de korkuyordur” diyen Epiküros’un ve “korkunun yüreksizlikten geldiği”ni söyleyen Montaigne’nin insana, insanın kendini tanımasına, insanın özgürlüğüne verdiği önemin nedenini bir kez daha anlıyorum. Goethe’nin “Korkacağımız tek şey, korkunun kendisidir”, Dostoyevski’nin “Korku, yalan doğurur” sözünü anımsıyorum.

Nâzım Hikmet’in Robson’a seslendiği “türkülerimizden korkuyorlar” dizeleri geliyor aklıma.

Toplumsal ve kitlesel bir özgürleşme sevdasının yaşandığı 1960’lı yılların sonlarında, Âşık İhsani’nin “Korkuyorlar, korkacaklar, korksunlar” dizeleriyle türküleşen coşkumuzu ve Hasan Hüseyin’in “Bir oğlum olacak adı temmuz/ uykusuz korkusuz beter mi beter” dizelerini mırıldanıyorum.

Kapitalizmde Korku

İnsanın var olan baskı düzenlerinin maddi ve ruhsal boyunduruğundan nasıl kurtulacağının, insanın ve toplumun özgürleşmesinin olanaklarını, araçlarını, koşullarını araştıran Dieter Duhm’un Kapitalizmde Korku (Kırmızı Yayınları) adlı incelemesi, Horatius’un “Korku içinde yaşayan asla özgür değildir” düşüncesini doğrularken insanları korkuyu yenerek özgürleşmeye çağırıyor.

Aziz Nesin’in yazısıyla başlayan kitapta yazar, kapitalist düzendeki korkunun temellerini ve görünüm biçimlerini inceliyor. Korkunun ortaya çıkmasını, yeniden yeniden üretilmesini, bireyler ve toplum üzerindeki etkilerini okuduğumuz kitap, bu korkunun aşılması için insanın neler yapması gerektiğine doğru yelken açıyor.

Korku yaşamı çirkinleştirir

Yapıtta, kapitalist düzen ürettiği korku açısından eleştirilirken düzenin insanları düşürdüğü berbat duruma dikkat çekiliyor. Korkunun toplumların bozukluklarıyla ilgili bir sorun olduğu, bu sorunların yaşamımızı çirkinleştirdiği vurgulanıyor.

Duhm, her toplumsal korkunun, onu yaratanın doğasından kaynaklandığını, kapitalizmin doğası gereği üretmek zorunda kaldığı korkunun ana kaynağı olan sermayenin korkutuculara ihtiyaç duyduğunu, sonuçta korkularla dolu bir toplumda olduğumuzu gördüğümüzü söylüyor.

Bireysel ruhsal acıların özünde çoğu kez üstü örtülü olarak bulunan başkalarının kendi hakkında ne düşünebileceğinin korkusu, amirlerden, rakiplerden, üniformalardan, kurumlardan duyulan korku, cinsel ilişki öncesinde ve sırasında duyulan korku, başarısızlık ya da hastalık korkusu olarak var olan “derin korku”nun toplumsal yaşamın her yanında bütün yaşamımızı zehir eden kötü bir hastalık olduğunu ve kapitalizmin bir ürünü, aynı zamanda onsuz her şeyin çökeceği bir yapıtaşı olduğunu vurguluyor.

‘Birçok şey yapmalıyım’

Evet, tüm gücümle birçok şey yapmalıyım” dedirten yapıtı Türkçeye kazandıran Sargut Şölçün önsözünü şu cümlelerle noktalıyor:

Türkiye’de ayıp-günah-yasak üçgeninde ve sürekli tehdit altında bulunma duygusuyla yetişmiş insanlar, şiddete muhtaçtır, dolayısıyla kendilerinden korkulur. Onlar etrafa korku salarken, kendilerinin korkusuz olduğuna inanmışlardır. Oysa mesele göründüğü kadar karmaşık değildir: Türkiye’de günlük hayata damgasını vurmuş şiddet kültürünün arkasında, burada yaşayan insanların -en azından şimdilik- iflah olmaz korkuları gizlenmektedir. Dieter Duhm’un kitabının güncel önemi, sadece şiddet ve korku arasındaki içsel bağı göstermesinden ileri gelmiyor…

*

Korku Kültürü adlı kitaplar da (Frank Furedi - Ayrıntı Yayınları ve Doğan Cüceloğlu - Remzi Kitabevi) korku toplumundan rahatsız olan okurlarca okunmayı bekliyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eğitim ve kitap 20 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları