Öner Yağcı

Özne olurken: Şiir

05 Aralık 2020 Cumartesi

1966 yılında Yerköy’de kitap okuma sevdalısı ve Cumhuriyet ve Akşam gazetelerini, Varlık, Türk Dili, Ant, Yön dergilerini okuyarak yetişen bir öğrenci olarak Tokat İlköğretmen Okulu’ndaydım.

Bir gün edebiyat öğretmenimiz şairinin adını söylemeden bir dörtlüğü tahtaya yazmış, “Bahar akşamları”nın “Baha-rakşamları”na dönüşmesini ulama örneği olarak bu dizede göstermişti. Dersten sonra öğretmenimden şairin adını öğrenmiş, şiirin tamamını almıştım. Umudun ve direncin bu şiiri çarpmıştı beni. Ezberlemiştim o zamanlar, hâlâ unutmadım: 

Biz demir parmaklıklardan seyrettik/ Bizden sonra gelenler/ Asma bahçelerinden seyredecekler/ Yaz sabahlarını, bahar akşamlarını.

Nâzım Hikmet’i tanımak

Büyüleyen yeni şiirleriyle buluştukça, Nâzım Hikmet’i tanımış olmanın insanı insan kılmada büyük bir adım olduğunu anlamaya başlamıştım. 

Salkım Söğüt, Kerem Gibi, Davet, Yapıyla Yapıcılar, Hapiste Yatacak Olanlara Bazı Öğütler, Türk Köylüsü, Memleketimi Seviyorum gibi birçok şiiri benim ve kuşağımdaki birçok insanın dilinden düşmez olmuştu.

68 ve Hasan Hüseyin

Bir iki yıl sonra Gazi Eğitim Enstitüsü’nün devrimci öğrencilerinden biriydim. 

68 efsanesi doğuyordu. Şiirleşiyordu yaşamımız ve memleket sevdamız. 

Elbet bir bildiği var bu çocukların/ kolay değil öyle genç ölmek/ yeşil bir yaprak gibi yüreği/ koparıp ateşe atmak/ pek öyle ko­lay değil” diyen Hasan Hüseyin’le Kızılırmak gibi coşuyor, “uykusuz, korkusuz” olmaya can atıyorduk. 

Gün doğdu hep uyandık...” diyorduk mitinglerimizde. “Atatürk geliyor!” diye bağırıyorduk ellerimizde bayraklar. “Tam bağımsız Türkiye!” diyorduk. 

Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Cumhuriyetin çocuklarıydık. Öğreniyorduk ki bağrında yaşayan insanları padişahın kulu, şeyhin kölesi, ağanın marabası, beyin uşağı olmaktan kurtarıp insanlaştıran bir Cumhuriyet miras bırakılmıştı bize. 

Cumhuriyet ütopyasının gerçeğe dönüştürülmesi savaşımını omuzlayıp kendilerini insan kılan bu güzelliğe olan gönül borçlarını son soluklarına kadar ödeyen bir kuşağın çocukları, öğrencileriydik. Büyüklerimiz, öğretmenlerimiz, aydınlarımız bizi bu bilinçle donatma yarışındaydılar. 

Ya özgür vatan ya ölüm!” deyişiyle dünyanın devrimcileriyle bütünleşen bir sevda idi bizi tutuşturan...

Ahmed Arif ve Anadolu

Biz ki ustasıyız vatan sevmenin/ Umut, saklımızda ölümsüz bayrak...” diyerek bu sevdayla tutuşurken binlerce yıldır sürmekte olan insan olma savaşımında doruğa ulaşmış bir coğrafyanın şanslı çocukları olduğumuzu bilmiyorduk o zaman. 

Beşikler vermişim Nuh’a” diye başlayan Ahmed Arif’in şiirini ezberlemiştik. Fukaralıktan utanan, yalnızlıktan yakınan, binlerce yıldır sağıldığını ve korkunç atlıların sabah uykularını parçaladığını söyleyen Anadolu, kendisini anlatıyordu. Hiçbir egemene boyun bükmediğini, hepsine direndiğini söylüyordu. 

Öyle yıkma kendini” diyordu, “mahzun ve garip” kalma. “Nerede olursan ol... Yürü üstüne üstüne/ fırsatçının, fesatçının, hayının,/ Tükür yüzüne celladın” diyordu. “Kitap, iş, tırnak, diş, umut, sevda, düş” ile dayanmamızı söylüyor, “Umudum sende” diyordu.

İnsanlığın yüzlerce yıldır dünyada sürdürdüğü yoksulluğu yenme savaşımını öğrenmeye çalıştığımız günlerde Anadolu şiirinin başköşeye yerleşmesi boşuna değildi. 

Biz, umuttuk çünkü, Anadolu’nun, yurdumuzun, dünyanın, insanlığın umuduyduk. 

Yaşamımızda özne olmaya başlamıştık.   



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eğitim ve kitap 20 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları