Örsan K. Öymen

Atatürk ve kadın hakları

15 Mart 2021 Pazartesi

İnsanlık tarihi boyunca insana ait tüm hakların aynı anda tek bir devrimle elde edildiğine dair bir örnek yoktur. İnsan mükemmel bir varlık olmadığı için, haklar ne yazık ki yüzlerce, binlerce yıl içinde, adım adım elde edilmektedir. 

Kadın hakları konusunun 19. yüzyılda gecikmeli biçimde gündeme gelmesi büyük bir talihsizliktir. Hem antik Yunan’da hem de Rönesans, reformasyon ve aydınlanma dönemlerinde Batı Avrupa’da, bilimsel, felsefi, sanatsal ve siyasi devrimler gerçekleşirken, kadın hakları konusu bu süreçlerin dışında kalmıştır. 1776 Amerikan devrimi ve 1789 Fransız devrimi ile birlikte, dünyanın belli başlı bölgelerinde, monarşinin, teokrasinin ve feodalizmin yıkılma süreci başlarken, kadın hakları sorunu yine çözülmemiştir.

***

19. yüzyılda bir yandan kadın hakları hareketlerinin bir yandan da sosyalist hareketlerin gelişmesi, insanlık tarihi açısından çok önemli bir devrimdir. 1776 Amerikan devriminin ve 1789 Fransız devriminin kazanımları kuşkusuz ki, kadın hakları ve sosyalizm alanındaki gelişmeler için önemli bir zemini oluşturmuştur. 19. yüzyılın devrimci hareketlerini, 18. yüzyılın devrimci hareketleriyle bir karşıtlık içerisinde açıklamak yerine, tarihselci bir bakış açısıyla 19. yüzyılın devrimci hareketlerini, 18. yüzyılın devrimci hareketlerinin yeniden yapılandırılmış bir uzantısı olarak görmek gerekir.

1789 Fransız devriminden esinlenerek monarşiyi, teokrasiyi ve feodalizmi Osmanlı topraklarında yıkan Mustafa Kemal Atatürk, 19. ve 20. yüzyılda kadın hakları alanındaki gelişmeleri de dikkate alarak Fransız devriminin eksik bıraktığı bir konuyu tamamlamıştır. Öte yanda Atatürk, sosyalist ve komünist ideolojiyi devrim sürecinin dışında bırakmış olsa da hem Kurtuluş Savaşı’nda hem de cumhuriyetin kuruluşundan sonraki yıllarda, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ile yakın işbirliği içinde olmuştur. Atatürk, halkçılık ve devletçilik ilkeleriyle de ekonomik ve siyasal atılımların, serbest piyasaya ve özel sektöre terk edilmesini engellemiştir.

***

Osmanlı İmparatorluğu döneminde kadın hâlâ, ortaçağ zihniyetine göre algılanıyordu. Ortaçağ, felsefenin, bilimin, sanatın, siyasetin ve sosyal yaşamın din kurallarına göre belirlendiği, dini dogmaların ve teokratik yapılanmaların egemen olduğu, yaklaşık bin yıllık bir dönemdi. Bu dönemde kadına yönelik yaklaşım da Tevrat, İncil ve Kuran gibi din kitaplarındaki açıklamaların etkisi altında biçimleniyordu. Din kitaplarında erkek ve kadın eşit varlıklar olarak görülmüyor, erkeğin kadından üstün olduğu varsayılıyor, kadının miras, şahitlik, boşanma, mülkiyet, evlilik, cinsellik, kıyafet gibi konularda erkekle eşit haklara sahip olmadığına dair birçok ifade bulunuyordu.

Laiklik ilkesi bu nedenle, kadın haklarının elde edilmesini sağlayan en önemli ilkelerden birisidir. Çünkü laiklik, dinin siyaseti, devleti, hukuku ve eğitimi esir almasını engelleyen bir ilkedir. Laikliğin geçerli olduğu bir ülkede kimse kadını, dinlerin ortaya koyduğu tanımlamaların içerisine hapsedemez. Bugün Türkiye’de kadınların sahip oldukları hakların önemli bir kısmı, Atatürk’ün hilafeti kaldırması, “Devletin dini İslamdır” ifadesini anayasadan çıkarması ve laiklik ilkesini anayasaya koyması sayesinde elde edilmiştir.

***

Atatürk kadın hakları konusunda çok önemli somut devrimler de gerçekleştirmiştir. Öğretim Birliği Yasası’yla kadınların ve erkeklerin tamamı bilimsel ve laik eğitimden yararlanma hakkını kazanmışlardır. Medeni Yasa’yla kadınlar boşanma, şahitlik, miras gibi konularda erkekler ile eşit haklara sahip olmuşlardır. Kadınların kamusal alanda kara çarşaf giyme ve başörtüsü takma zorunluluğu kaldırılmıştır. Kadınlar yaygın bir biçimde eğitim ve çalışma yaşamına dahil edilmişlerdir. Kadınlar seçme ve seçilme hakkını elde ederek siyasal yaşamın eşit bir parçası haline gelmişlerdir.

Acaba geçen hafta 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutlayan kadınların ve erkeklerin yüzde kaçı bu olguları hatırladı ve hatırlattı?!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İsrail-İran savaşı 15 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları