Öztin Akgüç

Kozmetik Yönetim

29 Ağustos 2014 Cuma

Kötü yönetim şekillerinden biri de gösterişçi, makyajcı olarak da nitelendirilen kozmetik yönetimdir. Kozmetik yönetimde gerçek başarı amaçlanmaz; amaç rakamları makyajlayarak, olayları, gelişmeleri olduğundan farklı şekilde göstererek, başarılı olunduğu izlenimi uyandırmak, başarı algısı yaratmaktır.
Türkiye’de yaygın eğilim, kozmetik yönetimdir. Bu eğilim, yalnız makro ekonomi yönetiminde değil; mikro düzeyde bankaların, banka dışı işletmelerin yönetiminde de gözlenmektedir.
Kozmetik yönetim anlayışının yaygınlaşmasında liyakatsiz bürokratların, rakamları üreten, yönlendiren kamu kuruluşlarının, bankaların üst düzey yöneticilerinin, büyük işletmelerin CEO’larının çıkar beklentisiyle ya da iktidarın hışmından korkarak açıklama yapan, övgü düzen işadamlarının, akademik unvan taşıyan sözde bilim adamlarının yaptıkları bilimsel temelden yoksun yorumlar, TV kanallarının tarafsız, bağımsız görüntüsü altında yaptıkları yanlı yayınların, yalakalığı bir geçim yolu olarak gören yazarların katkısı vardır.
Kozmetik yönetim anlayışıyla durgunluğa giren, hatta çökme sürecine girmiş bir ekonomi başarılı olarak gösterilebiliyor. Yararsız, kısıtlı kaynak savurganlığının örneğini oluşturan, sosyal maliyeti yüksek olan projeler, yatırımlar, asrın projeleri olarak kamuoyuna sunuluyor. İşletmelerin kötü faaliyet sonuçları örtülüyor, sorunlu bankalar finansal açıdan güçlü olarak değerlendiriliyor. İşadamları, CEO’lar, üst düzey yöneticiler, bürokratlar bir yandan övmede kusur, eksiklik göstermezken öte yandan övünme olanağı da buluyorlar.
Kozmetik yönetim, gerçekleri ancak bir süre saklayabilir; başarısızlığı geçici bir süre başarı olarak algılatabilir. Gerçekler makyaj silinerek yüzünü göstermeye başlar. Türkiye artık rakam düzenleme, olay makyajlama sürecinden çıkmakta, sanallık yerini reel yaşama bırakmaktadır.
Uzun süre şöyle bir algı yaratıldı: Türkiye ekonomisi güçlüdür. Eskisi gibi sorunları yoktur. Yalnız cari işlemler açığı gibi sorunu vardır. O da finanse edildiği sürece ciddi bir sorun olmaz. İç riskler görmezlikten gelinerek, dış risk olarak da ABD Merkez Bankası Fed’in faiz oranını yükseltmesi gösterildi. Dolayısıyla dikkatler, yorumlar Fed’in alacağı kararlar ve ABD ekonomisi verileri üzerinde yoğunlaştı. Fed’in 2014 sonuna değin, olağandışı bir gelişme olmadığı takdirde, faiz haddini değiştirmeyeceği biliniyordu, en azından açıklamalardan anlaşılması gerekiyordu.
Asıl riskler dışarıda değil içeride saklanıyordu. Bu riskler şöyle özetlenebilir: (I) Türkiye’nin dış borçları güvenilir kaynaklara da dayanmadan 400 milyar USD’ye yükselmişti. (II) Özel kesimin döviz pozisyon açığı, taşınamayacak düzeye ulaşmıştı. (III) Özel kesimin mali yapısı bozulmuş, likidite döviz kuru, faiz riskleri artmıştı. (IV) Banka kredilerinin üçte birinden fazlası tüketici kredi şeklini almıştı. (V) Güçlü denilen bankacılık sisteminin yönetim riskinin yanı sıra kredi, kur ve faiz riskleri tehlikeli boyutlara ulaşmış, teorik referans ölçüleri, değerleri aşmıştı. (VI) Hane halkının borç yükü, gelirlerinin yüzde 50.0’sine ulaşmıştı. (VII) Ekonomide iç tasarruf/ GSMH oranı yüzde 12.0’ye değin gerilemiş, özel sektörün üretken yatırımları azalmış, sanayinin ulusal gelirdeki payı gerilemişti.
Bu riskler görmezden gelindi. Ancak artık iç riskler belirginleşti. Türkiye’nin artık eğriltilmiş rakamlarla yıllık yüzde 3.0 ve yüzde 10.0 enflasyonla dahi ekonomiyi yürütmesi olanağı zayıflıyor, kaygı, dış risklerde belirginleştiğinde, ekonominin durgunluk içinde enflasyondan (stagflasyon) çöküntü içinde enflasyona (slumpflasyon) yuvarlanmasıdır.
Her toplum yaptığı siyasal ve ekonomik hataların bedelini bir şekilde, zaman aralığı ile öder. Türkiye bu toplum yasasının dışında kalamaz. Hataların bedeli ödenmeye başlanmıştır ve ödenecektir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Trump tehlikesine teyakkuz 11 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları