Kıralım sınıfların kapısına vurulan kilitleri!

15 Mart 2017 Çarşamba

Rahmetli hocamız Prof. Ünsal Oskay’ın ders yaptığı sınıfın kapısı hep açık olurdu.
Çünkü sınıfın içinde, bırakın sıraları, duvar diplerinden başlayarak kürsüye doğru uzanacak şekilde beton zemine oturmuş öğrencilerden adım atacak yer kalmadığı için, dışarıda kalanlar kapının açıldığı koridordan dersi dinlerdi.
Bunların hepsi elbette dersi kredili alanlar değildi. Ünsal Hoca’yı gönüllüce ve “gönülden” dinlemeye gelen öğrenciler de vardı.
Öğrenci ders yoklamasının kâğıtlara değil kalplere atılan imzalarla alındığı “Üniversite”dir bu!..

***

Tabii başka bir üniversite daha vardı. Hâlâ, üstelik daha da katmerlice var.
Derse 5-10 dakika geç gelen öğrenciyi bile almamak için sınıfın kapısını içeriden kilitleyen “memur” hocaların istihdam edildiği üniversite o da!..
Ünsal Hoca’nın üniversitesi, kapısı bilime, düşünceye, eleştiriye açık olmaktan öte insana, topluma, millete, kısacası herkese açık üniversiteydi.
Derse bir parça geciken öğrenciye bile tahammülü olmayıp sınıfın kapısını içeriden sıkı sıkıya kilitleyen “kolluk”çu hocaların, dekanların, rektörlerin üniversitesi ise güvenlik görevlilerine, polislere, “askeri ve mülki erkân”a açık en çok...

***

Türkiye’de yükseköğretimin geneli elbette hiçbir zaman Ünsal Hoca’mızın pratiğinin yaygınlaştığı bir görüntü vermemiştir. Ama böyle bir üniversite anlayışının hayata geçtiği akademik kurumları, fakülteleri, bölümleri hiç olmadı da değil bu memleketin...
Onlar, “Üniversite” dendiğinde bizim namusumuzdular.

***

Türkiye’yi yönetenler bu “namus”la hep oynamıştır. Ama hiçbirisi son dönemde yaşananlarla tescillendiği üzere, şimdi başımızdakiler kadar kirletmedi üniversitenin namusunu...
Dinbaz-totaliter bir rejim dayatmasına korkunç ve iğrenç bir darbe girişimini bahane kılanlar, herkesin gözü önünde hak, hukuk, emek, vicdan demeden, memleketin gidişatı karşısında görüşlerini açıklayan akademisyenleri, kapıları herkese açık sınıflarına kâğıt-kalemle değil kararnamelerle dalarak öğrencilerinden kopardılar.
Hocaların bir barış çağrısına imza atmasının, devleti, hükümeti, Meclis’i “5. Kuvvet” olma bilinci ve sorumluluğuyla uyarmanın sonucu bu...
Yasadışı güce sırtlarını dönüp yasal gücü muhatap alarak eleştirileriyle onu kendisine çekidüzen vermeye çağırmanın bedeli bu...
Bir devlete en büyük kötülük olan “kraldan çok kralcılık”tan uzak durup ona en büyük iyiliği yapmanın, “Kral çıplak” demenin karşılığı bu...

***

Üniversite, “fildişi kule” değildir. O yüzden bir üniversite hocasının derslik kapısı topluma ne kadar açıksa, toplumun kapısı da ona o kadar açıktır.
Namuslu, sorumlu ve yurtsever bir hoca, hayatı üniversiteye taşıdığı kadar, üniversiteyi de hayata taşır.
O yüzden 30 yılı aşkın zamandır kirli mi kirli bir iç çatışmanın bu memleketin insanlarına çıkan ağır faturası karşısında tabii ki sessiz kalmaz, kalmamıştır ve kalmayacaktır.
Yine o yüzden, sessiz kalmamanın sonucu dersliklerden koparılmak olsa da toplumun kapısı kendisine açık olduğu için dersini sokakta, parkta, bahçede vermeye devam edecektir.
Ve yine o yüzden toplumun içinde onu bağrına basanlar, ona kapısını açanlar, onun dersine devam etmesine imkân yaratmaya çalışanlar da bulunacaktır.

***

Bu yolda mütevazı bir katkı da bizden, Cumhuriyet’ten sessiz sedasız ama kararlıca geldi.
Üç hafta önce “Bilim susmaz” mottosuyla yayına başlayan haftalık ekimiz “Cumhuriyet-Akademi”, KHK’lerin “ev”lerinden ettiği hocalarımıza karınca kararınca açmaya çalıştığımız bir “konukevi”. Elimizden geldiğince, gücümüz yettiğince derslikleri sayfalarımıza sığdırmaya çalışıyoruz!..
8 Mart tarihli 2’nci sayıya içim gurur ve mutlulukla titreyerek göz gezdiriyorum. Hemen başta sevgili Uygur Kocabaşoğlu hocamızın, dinbaz siyaset erbabının son marifeti olarak “Payitaht Abdülhamid” dizisiyle rezil edilmiş Sultan II. Abdülhamid’e dair ortalığa saçılan bir dolu tezviratı dengeleyecek mahiyetteki yazısı var. Aslına bakılırsa Sultan’a tarihsel anlamda “iadeiitibar”da bulunan bir eleştirel çözümleme bu.
O kadar güzel bir yazı ve o kadar renkli-güzel bir düzenleme ile sunulmuş ki tam ortada Uygur Hoca’nın yakışıklı resminin de yer aldığı iki sayfayı çerçeveletip duvara asmak geldi içimden!..
Sonraki sayfalara bakıyorum: 686 sayılı KHK ile Siyasal’dan ihraç edilmiş Murat Sevinç hocamızın anayasa değişikliği üzerine oylumlu bir yazısı... Aynı KHK ile Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden ihraç edilmiş Pelin Yalçınoğlu hocamızın bilimin “eril”liğini sorgulayan, şimşek gibi yazısı... Aynı üniversitenin Hukuk Fakültesi’nden aynı KHK mağduru İlker Gökhan Şen Hocamızın yaklaşan referandumun demokratik meşruluğunu tarihten örneklerle sorgulayan sarsıcı yazısı... Ve aynı KHK ile Marmara-İletişim’den koparılmış Emre Tansu Keten hocamızın İslâmcı popüler kültür üretimine soyunanların laik “kültürel iktidar” sorgulamasına gider gibi görünürken aslında siyasi iktidarın terkisinde bir “kültürel hınç”ın peşine düştüğünü ifşa eden nefis yazısı...
Ve onların yanı sıra hâlâ üniversitelerinde derslerini veren Çimen Günay- Erkol ile Alper Duman hocalarımızın yazıları...

***

O halde anlaşıldı: Hocaların derslik kapılarına gidip hüzünle geri dönmenin âlemi yok. Artık onlar Cumhuriyet-Akademi’nin elimizde açılan sayfalarından kendileri bize gelmekteler!..
Öyleyse, gençler ve bilim, düşünce, eleştiri, haksızlığa isyan, dolayısıyla “Üniversite” dendiğinde hâlâ genç kalanlar!..
Eğer bu yazı aklınıza, kalbinize, ruhunuza hitap ettiyse...
Bugün hiç vakit kaybetmeden bir gazete bayisine yol tutup Cumhuriyet’i “Akademi” ekini unutmaksızın alın! Hocalarımız/hocalarınız orada sizleri bekliyor.
Kapılar herkese açık!..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları