Ülkü Tamer

Şiir Üstüne Dağınık Düşünceler - 3 (01.10.2011)

01 Ekim 2011 Cumartesi
\n

\n

Bugün de kalan soruları harmanlayıp düşüncelerimi, yaşadıklarımı aktarayım, konuyu kapatayım.

\n

***

\n

Bizde genellikle çocuk yayınları küçümsenir. Kitaplarda da, süreli yayınlarda da böyledir bu. Çocuk işte denilip geçilir. Büyükler için yapılan yayınlara gösterilen özen onlara gösterilmez. Elbette bütün yayıncılar için geçerli değil bu. Genellikle diyorum. Bunu yaşadım. Buna çok tanık oldum. Oysa çocuklar için belki daha fazla özen göstermek gerekiyor. İleride okur olacaklar. Onlara okuma sevgisini aşılamak yetmez. İyi okur olmalarını da sağlamak zorundayız. Çocukların nasıl kolay etkilendiğini, ne kadar çabuk değiştiğini yakından biliyorum. Öğretmenlik dönemimden sayısız örnek verebilirim.

\n

Benim ilkokula gittiğim yıllarda çocuklar için yazmak daha kolaydı galiba. Yazarın rakipleri sokak oyunlarıydı, soba başında tombalaydı, radyoydu. Şimdi sınav yarışlarıyla, Tomb Raiderlarla, teknolojinin ürettiği bin bir canavarla, köşeyi dönme hırslarıyla da savaşmak gerekiyor.

\n

***

\n

Çeviriyi sanattan çok zanaat olarak görüyorum. Yaratılmış bir yapıtı bir başka dile aktarıyorsunuz. İşin içinde yaratıcılık elbette var, ama asıl işçilik önemli. İşçiliğin ağırlığı, çevirdiğiniz yapıta göre değişiyor. Sözgelimi, James Thurberdan bir öykü çevirmekle William Faulknerdan bir öykü çevirmek arasında büyük bir beyin işçiliğifarkı var. Carl Sandburgun bir şiirine harcayacağınız emek, sanırım bir Dylan Thomas şiirine harcayacağınız emekten çok daha az olur.

\n

Çeviride yaratıcılığı bütün bütüne yadsımıyorum. Ne de olsa bir yapıtı kendi dilinizde yeniden yaratıyorsunuz. İşçiliğin daha ağır bastığını söylüyorum.

\n

***

\n

Düzyazı, özellikle anılar serüvenim Neslihandan kaynaklandı. Eşimden. Alleben Anılarının başında yazmıştım. Babamı, annemi, Antepi anlattım ona. Yazsana bunları,” dedi. Düzyazı yazmadığımı söyledim. Alleben Öykülerini yazan sen değil misin! dedi. Ona anlatır gibi yazmaya koyuldum. Yazdıkça yaşam serüvenimi daha iyi, daha doğru değerlendirmeye başladığımı fark ettim. Sonrası kendiliğinden geldi.

\n

***

\n

Her kuşak, edebiyatı biraz daha çağdaşlaştırmıştır. Olağan bir şey. Bugünü dünün edebiyatıyla yaşayamazsınız. Dünün edebiyatı yok olmaz elbette. Has sanatçılarıyla hep varolur. Ama dünya değişirken edebiyat da değişir. Edebiyatçı da değişir. Yakın tarihten en belirgin örnek, Necatigilin şiirleri. Temelde aynı kişiydi Necatigil. Son şiirlerini yazarken yine evleri anlatıyordu belki, ama Evler kitabındaki gibi anlatmıyordu.

\n

***

\n

Bir kuşağın sanatçıları güçlüyse, o kuşağın yarattığı edebiyat yankılar yaratır; bir edebiyat ortamının oluşmasını sağlar. Bizim kuşakta güçlü sanatçılar vardı: Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever, Onat Kutlar, Kemal Özer, Ergin Günçe... Birçok ad verebilirim daha. 1940 kuşağına bakın. Necatigiller, Cumalılar, Dağlarcalar, Kanıklar, Andaylar, Rifatlar... Bu açıdan bakıldığında, sanırım edebiyat tarihimizin en etkili kuşağıydı.

\n

***

\n

Varmak istediğim bütünlük diye bir şey düşünmedim. Bir bütünlükdüşünüp ona göre tasarılar, planlar, programlar yapmadım. Sadece yazdım. Onlar birleşip bir bütünlük oluşturuyorsa, sorun yok. Oluşturmuyorsa, yine sorun yok. Ne yapayım, ben buyum.

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Notlar... 5 Ocak 2013
Yoksul Köylü 29 Aralık 2012

Günün Köşe Yazıları