Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Sesi, Sessizliği, Sevinci ve Hüznü...
\n
\nCüneyt Türel… O, tiyatrocu. Oyuncu ve yönetmen. O, mesleğine tutkun, mükemmeli arayan yorumcu. O, hayatı seven, hayata saygılı insan. O, bir aydın…\n
\nCüneyt Türel’i, yaşamda da, sahnede hayat verdiği Çehov karakterlerine benzetirdim: İyi yürekli, çalışkan, sevgi dolu, yaşama ve çevresine saygılı, yarının daha güzel olacağına, daha güzel olması gerektiğine inanan, Çehov’un iyi insanlarına ne çok benziyordu… Ama fazlası da vardı: Bilgeliği, bilgisi, donanımı, yeniliğe her an açık olması… Bir de gizlemeyi ustalıkla başardığı heyecanı… \n
\nCüneyt Türel… Usta bir oyuncu. Sesine olduğu kadar, sessizliğine de anlamlar katan bir oyuncu. Sevinçle hüznü aynı anda yansıtabilme; daha da önemlisi aynı anda içselleştirme gücüne sahip bir oyuncu… \n
\nEvet, hastaydı. Evet, bekleniyordu. Evet biliyorduk. Ama hayır yine de isyan ediyor insan yüreği. Kabullenmek istemiyor; haksızlık bu, diyor beynimiz ve yüreğimiz…\n
\nŞimdi onun ardından ne desek boş… İki gündür onu izlediğim sayısız oyunu düşünüyorum. Onun hakkında yazdığım yazıları okuyorum… Gözyaşlarımı tutamıyorum. En çok, en çok Tilbe Saran’ı düşünüyorum… Sonra kendimi toparlayıp onun hakkında en nesnel tümceleri bulmaya çalışıyorum… Ve yukarıdaki ilk iki paragrafı yazıyorum… Sonra duygularımı denetleyip gücümü toparlamaya ve sözcükleri birbiri peşi sıra dizmeye çalışıyorum. \n
\n***\n
\nYanılmıyorsam Cüneyt Türel’i ilk kez, ’70’li yılların başlarında İstanbul Şehir Tiyatroları’nda izlemiştim. Oysa onun profesyonel oyunculuğa başlaması ’62’de Gülriz Sururi- Engin Cezzar Tiyatrosu’ndaydı. “Midas’ın Kulakları” ve “Othello” ile…\n
\nBenim “Cüneyt”im, Kerim Korcan’ın “Linç”, Vasıf Öngören’in “Oyun Nasıl Oynanmalı” ve bir de Moliere klasiği “Cimri”yle başladı… Başar Sabuncu’nun sahneye koyduğu ve beni asla terk etmeyecek “Bahar Noktası” (Shakespeare- Can Yücel); tartışmalı bir “Caligula”, iki Shakespeare, “Antonius ve Kleopatra” , “Kral Lear” derken iki Sam Shepard oyunu “Vahşi Batı” ve “Aç Sınıfın Laneti”… 80’li yıllar böyle geçti… Arada izin alıp Gülriz Sururi- Engin Cezzar’la “Kabaret’” oyununda mükemmel bir Joe oluverdi…\n
\nHer oyunda kendini aşan, başkalarıyla değil en çok kendisiyle yarışan bir oyuncuydu. Derken “M. Butterfly”la çıktı karşımıza. İkilemlerin, çelişkilerin altını çizen bir oyunculuktu onunki… Sonra oyunculuğunun keyfini sonuna dek çıkardığı “Tartuffe”… Ve o gün bugün neredeyse sahne sahne anımsadığım “Vanya Dayı”…\n
\nOnun komedi yeteneğini Yasmin Rıza’nın “Sanat” adlı oyununda keşfettim. İddiasız, ezik, uzlaşmacı bir kişiliği canlandırıyordu, soluk soluğa kaldığım bir tiradını asla unutmayacağım. O sahne her seferinde alkışlarla kesiliyordu. Gencay Gürün’ün İstanbul Tiyatrosu’ndaydı. \n
\nSonra işte kesinlikle mükemmellik dönemi geldi. Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosunda Işıl Kasapoğlu’nun sahnelediği oyunlarda Cüneyt Türel - Tilbe Saran daha da büyüdüler, yüceldiler. O oyunlarda, onlarla birlikte sahnede Köksal Engür’ü, Selçuk Yöntem’i izlemek, ne büyük bir nimetti… O oyunların hiçbirini kaçırmadım. Ama neredeyse bir aşk manifestosuna ya da oyunculuk manifestosuna dönüşen “Abelard ve Heloise”in ayrı bir yeri var can evimde… \n
\n***\n
\nBelleğime yer etmiş, daha onlarca oyun sayabilirim. Ya da Cüneyt Türel’in oyunculuğunu şöyle özetleyebilirim: \n
\nHüzünle ironiyi, mizah duygusuyla, duyarlılığı; komedi ile dramı bir araya getiren, ikisini çok ince bir çizgide dengede tutan bir oyunculuk. \n
\nSesi kadar, sessizliğini de değerlendirdiği bir oyunculuk. Sevinçle hüznü aynı anda yaşayan ve yaşatan bir oyuncu… \n
\nSahnede bir gülümsemesi, biz ölümlü izleyicilerin içini acıtabilir; bir bakışı bizim gülümsememize neden olabilirdi… Sesi ve sessizliği dışa değil, içe dönüktü. \n
\n***\n
\nYeniliğe açık dedim yukarıda… Olmasa, DOT’da “Karatavuk” oyununa konuk olur muydu hiç! \n
\nYeniliğe açık olmasa, Robert Wilson’la Kutsi Ergüner’in “Rumi’sinde oynar mıydı… Onları izlemeye Ravenna Festivali’ne gitmiştim! Tanrım, gelenekselle çağdaşı buluşturan o eserde Cüneyt Türel gibi birikimli ve usta birinden, onun sesinden, onun Türkçesinden, onun yorumundan “Divan-ı Kebir”den şiirleri dinlemek büyük mutluluktu. Ama ben o mutluluğu ondan İstanbul sahnelerinde de yaşadım. Nâzım Hikmet Vakfı’nın düzenlediği etkinliklerde, başka etkinliklerde Lorca’nın ve Metin Altıok’un şiirlerini, Haldun Taner’in tiratlarını ondan dinlemek mutluluktu. \n
\nCüneyt Türel’le son karşılaşmam, Teşvikiye Camisi’nin bahçesindeydi. Sevgili Hüseyin Baş’ın cenazesinde. Sarılıp onu öptüm… \n
\nİçimden, “Vanya Dayı”nın finalinde, Sonya’nın dediği gibi, ona “Yaşayacağız Vanya Dayı, başka ne yapabiliriz ki... Yaşayacağız ve artık dinleneceğiz...” demek geldi… Diyemedim…
\n\nYazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 6 asker şehit olmuştu
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- ‘Toprak bütünlüğü’ masalı ve Suriye: İmkânsız bir ülke