I. Dünya Savaşı 1914’te, geçen hafta başladı. İki yıldır, yoğun bir biçimde “yine olur mu” sorusu tartışılıyor. Dün ile bugün arasındaki benzerliklere işaret ediliyor. Yedi yıldır, “büyük durgunluk”, “uzun dönemli kalıcı düşük büyüme ortamı”, “deflasyon”, “gelir dağılımı adaletsizliği”, “kitlesel ayaklanma” konuları büyük ilgi çekiyor. 11 Eylül saldırısının ardından, “imparatorluk”, “liberal emperyalizm” “koruma sorumluluğu” ekleriyle olumlu vurguyla konuşulmaya başlanmıştı. Ukrayna’da Maidan Ayaklanması, Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi, şimdi de “iyi huylu ulusalcılık”tan söz ettiriyor.
‘Yeni ortaçağlar’
Ohio Üniversitesi’nden Prof. Randall L. Schweller, “Entropi Çağı” başlıklı yazısında “yeni dünyanın artık bir düzeni olmayacağını” savunuyordu (Foreign Affaires,16/06/). Geçen hafta Los Angeles Times’da yayımlanan ilginç bir yorum, “Yeni normal küresel kaos” saptamasını yapıyordu. (Doyle McManus, 29/07/2014.)
McManus, “küresel düzeyde iktidar parçalanıyor... İsyancılar daha güçlü ve süper güçler artık süper değil” bu yüzden “kaos birçok bölgede aynı anda patlak veriyor, yönetimler bunlara cevap üretemiyor”, “anında iletişim olanakları bu çatışmaları hızla yaygınlaştırabiliyor” diyor. “Çevrede gerilla savaşları yaygınlaşıyor. Buna karşılık merkezde, büyük güçler, uzun dönemli yüksek maliyetli savaşlardan kaçınıyorlar.”
Parag Khanna’nın yaklaşık dört yıl önce, mali krizin en sıcak döneminde yazdığı “21. Yüzyıl, 12. Yüzyıldan Başka Bir Şeye Benzemeyecek” başlıklı yorumu “yeni ortaçağlar” kavramıyla yukarıdaki betimlemeleri, tartışmaları önceliyordu. (Financial Times, 10/12/2010.)
Roma İmparatorluğu dağılmış, siyasi iktidar parçalanmıştı. Askeri, ticari merkezler olarak yükselmeye başlayan egemen şehir devletleri, dinci cemaatler, isyancı- kimi zaman din karşıtı ve ortaklaşmacı/protokomünist- çeteler, kiralık askerler, sadakaya bağlanmış yoksul sürüleri, Khanna’nın tanımladığı dönemin çarpıcı özelliklerini oluşturuyorlardı.
Bugün Büyük Ortadoğu’ya, Suriye-Irak ekseninde ortaya çıkan İslam devleti ve halifesine bakınca, bu unsurların çoğunu görebiliyoruz, ortaçağların sınırsız vahşetini de...
Libya devleti parçalandı, Irak ve Suriye devletleri, dinci etnik çatışmaların, ayaklanmaların etkisiyle parçalanıyor, Financial Times’dan David Gardner’in işaret ettiği gibi, devlet kapasitesinin çökmesi, paylaşılan bir ortak ulusal hikâyenin kaybolması, büyük güçlerin iktidarsızlığı bir siyasi boşluk oluşturdu. Radikal dinci çeteler, IŞİD koalisyonu, aşiretlerden de güç alarak bir din devleti inşa etmeye, iktidarını yaymaya başladı.
K u z e y - O r - ta Afrika’dan, Ortadoğu’ya kadar etkinliklerini artırmakta olan dinci gerilla grupları, ortaçağların hem yoksul/sadakayla ve talanla yaşayan kalabalıklarının, hem dinci fanatiklerinin, hem parçalanmış siyasi iktidarlar ortamının en çarpıcı özelliklerini sergiliyorlar.
Bir Wall Street Journal yorumu, geçen hafta, bu radikal dinci dalganın Ortadoğu’nun bütün güçlerini tehdit ettiğini vurguluyor, ABD görevlilerinin, Mısır, İsrail, Irak, Suudi Arabistan, hatta İran gibi devletlerin bu dalgaya karşı ortak bir mücadele zemini bulabileceklerini umduğunu aktarıyordu (31/07/2014).
WSJ, ABD yönetiminin, tehdit altındaki ülkelere liderlik edecek kapasiteden yoksun olmasının önemli bir handikap oluşturduğuna dikkat çekiyor. Wall Street Journal Obama yönetimininkinden daha aktif, militarist bir dış politikadan yana. Ama daha aktif olabilmek, düzen getirebilmek için olup biteni anlamak, uygun perspektifi sunabilmek gerekiyor.
Ulusalcılık mı dediniz?Duruma göre değişir...
ABD’nin en etkili dış politika kurumlarından Council on Foreign Relations’un başkanı Richard Haass’ın, Ortadoğu analizine bakınca, “anlamakla” ilgili ciddi bir sorunun yaşandığı görüyor. Haass, Şii-Sünni çatışmasını, 30 Yıl Savaşları’na (1618- 1648) benzetmiş; birileri de düşünmeden bu, Oryantalist saçmalığın üzerine atlamış.
Otuz yıl savaşları, o zamanın egemen ideolojisi ve kurumları içinde din savaşları biçimini aldı ama aslında, yeni bir sınıfın, yeni bir üretim tarzının (kapitalizmin), ideolojisinin, ekonomik, siyasi kurumlarının, hatta emekçi sınıfını disiplin altın alacak araçların doğum sancılarıydı. Tarihin yolunu, düzen getirme, özgürleşme, modernleşme yönünde açan olaylardı. Bugün bu Şii- Sünni çatışması, Ortadoğu’nun dağılması hangi “yeni”nin doğum sancıları? Dinci fanatikliğin yayılmasından, şiddetten, Aydınlanma geleneğinin, modernitenin kazanımlarının bireysel özgürlüklerin, özellikle kadınlar açısından imhasından başka ne vaat ediyor bu savaşlar...
Şimdi, Haass’ın yorumuna yakından bakınca şu iki anlam da ortaya çıkmıyor mu? Birincisi Haass, “bu olan bitenlerden biz sorumlu değiliz, burada din savaşları yaşanıyor, bizimle ilgili değil” demeye getirerek “ellerini yıkıyor”. İkincisi, Haass, “bizim 17. yüzyılda geçtiğimiz yere bu ilkeller ancak geldiler, daha uzun süre burada dolaşırlar” imasıyla, geçmişte her zaman emperyalist politikaları aklayan ırkçı Oryantalist önyargıları güçlendiriyor.
Emperyalist müdahalelere ve rekabete zemin hazırlayan başka yaklaşımlar da var. Bunlardan biri düne kadar, küreselleşmecilerin, “insani müdahalenin” savunucularının, “sivil toplumcuların” nefret nesnesi olan ulusalcılıkla ilgili. Geçen mayıs ayında, Ukrayna’da Maiden hop oturup hop kalkarken, ABD’de demokrat kanadın etkili dış politika uzmanlarından Anne Applebaum, ulusalcılık kavramının ve taraftarlarının, Ukrayna tarihindeki tüm karanlık geçmişine karşın “Bugün Ukrayna’ya gereken ulusalcılıktır ”. “Vatandaşlar, ülkelerini uğrunda savaşmaya değer görmezlerse demokrasi ölür” (The New Republic, 12/05/2014) diyor, seçilmiş hükümeti deviren faşist grupların ideolojisini, salt Rusya karşıtı oldukları için aklıyordu.
Geçen hafta bir başka önemli dış politika uzmanı, Stratfor’dan Robert Kaplan, “ABD dış politikasında emperyalizme yer var mı?” başlıklı yazısında, kırk dereden su getirdikten sonra, bu arada Applebaum’u da anarak, kısacası “ulusalcılık vaaar ulusalcılık var; emperyalizm vaaar emperyalizm var” demeye getiriyordu. Kaplan, bunlar ideoloji değil, “Grup onurunu, geniş alanları düzenleme ilkeleridir”, “İyi veya kötü olmaları uygulandıkları koşullara bağlıdır” diyordu (Stratfor 30/07/14). Kaplan’a göre Ukrayna’nın “sivil toplum ulusalcılarıyla”, Putin ulusalcılığını, Nazi emperyalizmiyle, Habsburg emperyalizmini aynı kefeye koymak saçmalıktır. Sonra ekliyor “örneğin ABD’nin imparatorluğu andıran askeri gücü var ama biz onu yine de dünyada iyiliğin kaynağı olarak görüyoruz”...
Umarım, bu “Yeni normal: küresel kaos”, “iyi ulusalcılık”, “iyi emperyalizm” tartışmalarının nereye gittiğini görüyorsunuzdur, kaosun yanı başında yaşayanlar olarak...
‘Yeni Normal’
Yazarın Son Yazıları
Pazartesi günü, 2026’ya girerken ABD ekonomisinin çok kırılgan, küresel ekonominin resesyon eşiğinde olduğunu vurgulamıştım.
Dünya ekonomisi 2026’ya girerken resesyon sınırında (yüzde 3) yavaşlamaya devam ediyor, riskler ve büyüme önündeki engeller artıyor.
“Komisyon”, hukuki, idari ve anayasal bir zeminden yoksun.
The Economist 1990’larda, bir sayısında, finansallaşma başlarken 10 dev ABD bankasını kastederek “evrenin yeni efendileri” diyordu. Bu bankalar dünya borç piyasasında egemendi.
Serbest piyasa Ayetullahları sevindiler...
Küresel Organize Suç Endeksi’nin 2025 raporu açıklandı. Türkiye 2020’de 6.9 puanla 12. sıradayken bugün 7.2 ile 10. sıraya yükselmiş. Küresel ortalama 5.08. Bu endeks, sadece mafyanın gücünü ya da kaçakçılık hatlarını ölçmüyor; devlet içi yapılardan finansal suçlara, yargı bağımsızlığından ekonomiye sızmış suç ağlarına kadar geniş bir tabloyu ortaya koyuyor.
Küresel ısınma üzerine “Taraflar Konferansı” (COP30) Brezilya’da toplandı.
Emperyalist sistemin ABD, AB gibi merkezlerinin Türkiye gibi çevre ülkelerle ilişkilerinde demokrasi arzusu hiçbir zaman gerçek bir faktör olmadı. Bu ilişkiler her zaman çevre ülkenin ekonomik, jeopolitik açıdan kullanılabilir olma ilkesine dayandı.
Trump’ın başkanlığından hoşnut olmayanların oranı yüzde 60’ı geçti.
Busan’daki Trump-Şi zirvesi, yalnızca iki ülke arasındaki ticaret savaşında geçici bir ateşkes anlamına gelmiyor; aynı zamanda, 21. yüzyılın jeopolitik dengelerinde güç, liderlik gibi kavramların yeniden tanımlandığı bir döneme işaret ediyor. Zirvenin sonunda Trump’ın “12 üzerinden 10’luk bir görüşme” sözleri, Şi’nin ise “Dev gemiyi birlikte yönetiyoruz” vurgusu, ”yeni” bir durumu sergiliyor: Amerika artık “tek süper güç” değil.
Gözlerimizi gerçeğe açmamız gerekiyor.
Z kuşağının emeğin, doğanın, LGBTQ ve kadın haklarının değersizleştirilmesine, ırkçılığa gözetim kültürüne ve kurumsal otoriterliğe karşı zaman zaman isyana varan direnişi, yalnızca bir kuşak çatışması değil, sermayenin denetim kapasitesini sınırlayan tarihsel bir başkaldırı biçimi. Tam da bu nedenle, işletmelerinde kontrolü yitirme korkusu, teknoloji sermayesini giderek demokrasi düşmanı, hatta faşizan reflekslere sürüklüyor.
İsyan ve ekonomik kriz dinamikleri tarihte zaman zaman çakışıyor.
Geçtiğimiz günlerde, Altın 4 bin dolara ulaştı, piyasalarda “Borsa aşırı değerli” uyarıları sıklaştı. Jamie Diamond, Warren Buffet gibi ünlü yatırımcılar bu durumun sürdürülemezliğine işaret ediyorlar.
Gazze’de savaşın yerini alan ateşkes, ilk bakışta bir nefes alma imkânı sundu.
Cuma günü, Aurelien adlı bir yazarın “The cult of can’t” başlıklı denemesine rastladım. Perşembe yazımı okumuş olanların ilgisini çekeceğini düşünerek özetliyorum.
Kapitalizmin merkezlerinde (Anglosakson dünyada) uzun yıllar küreselleşmenin, teknolojinin (özellikle internet ve dijitalleşme) bizi “bugünden daha iyi” (özgür, demokratik, bolluk) günlere taşıyacağı anlatıldı.
Bu kez şanslıyım, önümde iki fotoğraf var. Meclis’in açılışında ve akşamında verilen davet sırasında çekilmiş bu fotoğraflar bugünkü siyasi şekillenmenin, “sağını-solunu”, çok güzel betimliyorlar.
Cumhurbaşkanının ABD ziyareti, MAPEG’in, 33 ilin topraklarını doğrudan madencilik yatırımlarına açması emperyalizm tartışmalarını yeniden canlandırdı.
Bilimde bazen bir sıçrama yalnızca araştırmacıların dar çevresini değil, tüm insanlığın geleceğini etkiler. 2020’de DeepMind’in geliştirdiği AlphaFold sistemi böyle bir andı.
“YZ dünyayı yutuyor” artık abartılı bir iddia değil.
Tsiridis’in çalışmasının en güçlü yanı, somut tarihsel analizleri belgelerle destekleyerek sivil toplumun (çoğunlukla göz ardı edilen) rolünü vurgulaması.
Dünya siyaseti ve ekonomisi, daha önce hiç görülmemiş bir biçimde birbirine benzeşen güç dinamikleriyle şekilleniyor.
Gazze’de yaşananlar, uluslararası medyada sıklıkla “çatışma”, giderek soykırım olarak tanımlansa da Prof. Jiang Xueqin olanların arkasında çok daha karanlık bir gerçeğin yattığını söylüyor.
ABD yönetimi, yeni savunma stratejisi raporunu, (QDR2001), 11 Eylül 2001 “olayının” tozu yatışmadan açıklamıştı.
Endonezya, yaygın protesto gösterileriyle sarsılıyor. Başkent Cakarta’dan ülkenin dört bir yanına yayılan bu olaylar, sadece yerel bir huzursuzluk değil, aynı zamanda küresel kapitalizmin çevre ülkelerde yarattığı derin eşitsizliklerin, devlet şiddetinin bir ürünü. İsyanın temelinde rejimin tüm kilit kurumların, parlamento dahil, içini boşaltmasıyla, demokratik haklarını kaybetmekte olduklarını hisseden geniş kitlelerin tepkisi yatıyor.
“Küreselleşme” yerini parçalanmaya bırakıyor, bir yeni-jeopolitik şekilleniyor.
Trump, seçim kampanyası boyunca, diktatör olmak dahil tüm arzularını açıkça söyledi. Dahası, Heritage Foundation “Project 2025” başlığı altında 900 sayfalık bir faşist devlete geçiş programı yayımladı. Bu program, devlet bürokrasisindeki özellikle de güvenlik bürokrasisindeki, “kurumsalcıları” ve “anayasalcıları” tasfiye ederek yerlerine başkana sadık olanları atamayı planlıyordu.
Uluslararası ilişkiler alanında yeni bir kavram var: “Ekonomik zorlama çağı” (Foreign Affaires).
Peki bu “ekonomik patlama” yaşanırken, insanların yerini YZ ajanları alırken, artan çıktıyı karşılayacak, kârların gerçekleşmesine, alınacak yatırım kararlarına kaynak olacak tüketici talebi nereden gelecek?
Rejim, seçimlerde kaybettiği belediyeleri geri alıyor, CHP’li belediyelerin liderliklerini tutukluyor, CHP’de Özgür Özel liderliğini tasfiye etmeye çalışıyor.
Amsterdam’da 1656 yılının temmuz ayında, 23 yaşındaki Baruch Spinoza, Avrupa’nın en güçlü sinagogunun önünde durdu, içeri girmeden derin bir nefes aldı.
ABD ekonomisinde, stagflasyon, “konut krizi” kaygıları artarken Trump, Ulusal Muhafızları, Washington DC sokaklarında konuşlandırdı...
Yaygın sıradanlaşmış, “veri hırsızlığı, sahte diplomalar (hoş değilmiş ama kazanç helalmiş), sahte imzalar” eşit (etnik) vatandaşlık topolojisi gibi çürüme semptomları üzerinde düşünürken aklıma eski bir yazımın başlığı geldi: “Hazırlıksız yakalanacağız”.
Köyler, dinler, mezhepler, tarikatlar, kabileler, fraksiyonlar...
İskoçya’da imzalanan ABD-AB ticaret anlaşmasını, bir yorumcu, İngiltere’nin “Süveyş anına” benzetti. İngiltere, 1956’da Fransa ve İsrail ile Süveyş Kanalı’nı ele geçirmek için hamle yaptığında, ABD’nin, “Geri çekilmezsen finansal sistemini çökertirim” tehdidine boyun eğmiş, artık hegemonyacı bir güç olmadığını öğrenmişti. Sanırım, bu anlaşmayla, Avrupa Birliği de ABD ve Çin’in yanında 3. bir küresel hegemonya merkezi olmadığını anladı.
Çin liderliğinin iki yol ayrımı önünde tercih yapması gerekiyor.
Kürt hareketinin siyasi ve askeri temsilcileri uzun erimli bir proje bağlamında süreci ilerletebilecek bir fırsat yakaladıklarını düşünüyorlar. Haklı olabilirler. Ancak süreci doğru anlamlandırabildiklerinden emin değilim. Bugüne kadar Kürt halkının haklar ve özgürlükler taleplerini her zaman desteklemiş biri olarak düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Japonya’da pazar günü yapılan “Üst Meclis” seçimleri, ülkenin siyasi manzarasının değişmeye başladığını gösteriyor...
Ortadoğu’daki gelişmeleri jeopolitiğin gözlükleriyle okuma alışkanlığı yaygın. Halbuki, “jeopolitik”, devletlerin, “coğrafya kontrolü” konusundaki arzularına, kaygılarına ilişkindir. Emperyalizm ise kapitalizmin andaki ve bu anı kapsayan dönemdeki özelliklerinin anlaşılarak eleştirilmesine...