Bir Başka Açıdan

06 Temmuz 2018 Cuma

Umuda yolculuk   Seçim sonuçları üzerine bir tartışma kuşkusuz gereklidir. Kabaca nüfusun önemli bir kısmını oluşturan seçmenlerin yaklaşık yarısı yasama, yürütme, yargı yetkilerinin bir kişide toplanması esasına dayanan rejimi uygun bulmuş, işin uygulama safhasına geçilmesini onaylamıştır. Seçmenlerin azınlıkta kalan diğer kesimi ise bu gidişi durduracak, geriye çevirecek oranlara ulaşamamıştır. Görüldüğü gibi bu iki cümle ne olup bittiğini özetliyor, anlatıyor.

***

Anlatıyor mu? Tam olarak değil. Marx’ın Grundrisse’deki, Ekonomi Politiğin Yöntemi bölümündeki nüfus tanımından yararlanalım; nüfus kavramı bir soyutlamadır. Marx burada nüfus kavramına dayanarak yapılacak çözümlemelerin sınırına dikkat çeker. Nüfus, (burada seçmen) tanımı, ancak bu kesimi oluşturan sınıf ve katmanları dikkate alır, onları anlamlandıran kategorileri ihmal etmezsek somutlaşacaktır.

***

Burada kalmak da konuyu net bir şekilde anlamamız için yeterli olmaz. Biraz daha ilerlemek, sınıflar kavramını da politik ekonominin, siyasetin karmaşık iliskileri içinde yeniden tanımlamak, tutumlarını, davranışlarını kavramaya çalışmak gerekecektir.

***

Seçmenleri oluşturan çeşitli sınıf ve katmanların, sermaye karşısındaki konumu, nüfus içindeki oranları, gelir dağılımındaki payları, örgütlülükleri, kentleşmenin yarattığı sorunlar, şimdiki siyasi konjonktürde kesinlikle ihmal edilmemesi gereken ideoloji ya da dinle ilişkileri, herhangi bir ön kabule, “işçi sınıfı devrimcidir” gibi bilinç faktörünü ciddiye almayan yanıltıcı bir varsayıma takılmadan araştırılmalıdır.

***

Türkiye’de tarımdan ağırlıklı olarak hizmet, inşaat sektörlerine, sanayiye bir göç olduğu, tarımsal üretimin bilinçli bir şekilde daraltıldığı gerçektir. Ancak bu göçün kültürel planda aynı hızla, paralel bir şekilde gerçekleşmediği de açıktır. Köylülüğün kente, kentlileşmeye giden yolda, kasabada, gecekondu mahallesinde bir yandan modern yaşamla tanışırken, muhafazakâr ideolojik beslenmeyi, kendini savunma içgüdüsünün de katkısıyla sürdürdüğü söylenebilir.

***

Yeni hayatlarında “zenginleştiklerini” düşünen, onu koruma kaygısı taşıyan yoksulların siyasi tutumlarında bu güdünün etkin olduğu anlaşılıyor. Aydın hareketinden, insan hakları, çevre vb. eylemlerinden etkilenen sınırlı sayıda işçinin, emekçinin ise statükonun korunmasının, cumhuriyet, demokrasi, laiklik gibi pek çok alanda gerileme anlamına geldiğini düşündüklerini, siyasi tutumlarını buna göre belirlediklerini söyleyebiliriz.

***

Bu söylenenlerden hiç kuşku yok, “sol sağdır sağ da sol” liberal çarpıtması çıkmaz. Çünkü sınıfların güncel politik tutumu ne olursa olsun, “solu sol, sağı sağ yapan nitelikler” bellidir. Mesele sınıfların kendi durumlarının farkına varmaları, “kendinde sınıf” olmaktan, “kendisi için sınıfa” geçebilecek siyasi bilince ulaşabilmeleridir.

***

Siyasi bilinç, olgunluk meselesi yalnızca nüfusun farklı kesimlerinin değil, önemli ölçüde siyasetçilerin de sorunudur. En başta sosyal demokrat olma iddiası taşıyan, tabanındaki sol uyanışı görmezden gelen partinin yöneticilerinin sağ söylem ve simgesel tutumlarla, muhafazakâr kesimin oylarını alma hayali kurması, muhafazakârları kazanmak bir yana kendilerinin ve kuşkusuz partilerinin sağa kaydığının kanıtıdır.

***

Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu demeyeceğim, içine girdiği zor koşulların sorumluluğu, kendilerini yeni duruma adapte etmeye çalışan liberallere, onlara ayak uydurmak için koşmaya başlayan “sosyal demokratlara”, günün görevlerini küçümseyen her yerde rastladığım solculara aittir.
Lütfen sormayın “o solcular biz miyiz?” diye, siz değilsiniz...    



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları