‘Sivil toplum yıkılmalıdır!’

23 Temmuz 2018 Pazartesi

Romalı Senator Cato, senatoda her konuşmasını “Carthago delende est” (Kartaca yıkılmalıdır) sözleriyle bitirirmiş. Kartaca sonunda yıkıldı, hayatta kalanlar köle olarak satıldı. Türkiye’de de, siyasal İslamın liderliğinin, “Yetmez ama Evet” referandumunu kazandığından bu yana attığı adımlar, her dönemeçte, liderliğinin, “Sivil toplum delende est” diye düşündüğünü gösteriyor.

Son durak
Biz, “bir pasif devrim” sürecinin hızla totaliter bir devlet biçimine doğru ilerlemekte olduğunu biteviye savunduk. O sırada, telefon dinlemeleri, “Taraf” gibi tetikçiler, kişi özelini ayaklar altına alıyor, FETÖ cemaati, yargılama süreçlerini, kurallarını, adaleti iğfal ediyordu; AKP de “ne isterse vermeye” devam ediyordu. “Sivil toplum” yıkılırken, kimileri, özellikle liberal entelijansiya, sivil toplumun geliştiğini bile savunabiliyordu.
Şimdi, “Devlet Denetleme Kurulu Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi”, “pasif devrim” sürecine son durağında, “Kartaca’nın yıkımını” tamamlıyor. Kararname, sendikaları, diğer meslek örgütlerini, kamuya yararlı dernekleri, vakıfları DDK’ye bağlıyor. DDK, bu kurumların tüm hesaplarını, kaynaklarını, ilişkilerini, yönetimini, personelini denetleyecek, belirleyecek. Kararname, tüm “sivil toplum örgütlerini” devletin örgütlerine dönüştürüyor.
Toplumu tamamen kucaklayan bu devlet biçimi, denetleme ve dengeleme kurumlarından arındırılmış, kararnamelerle yönetebilen bir başkanlık rejimi olarak kendini gösteriyor. Bu başkanlık rejiminde, yasama (Meclis işlevsizleştirilerek), yargı, güvenlik kurumları, devletin şiddet araçları, ekonominin yönetimi, eğitim kurumları doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlanıyor. Devlet bürokrasisinde, siyasal İslamın “siyaset rejimine” uyum sağlayamayan kadroların tasfiyesi hızla tamamlanıyor. Cumhurbaşkanı, bu yeni rejimde toplumu, hemen her alanda, hücrelerine kadar nüfuz ederek yönetme olanağı elde ediyor.
Özetle: “Sivil toplum” (özgürlükler ve serbestlik) alanı devlet tarafından işgal edilerek yıkıldı, devlet-iktidar bir kişiyle bütünleşti. Başkanlık rejimi devletin dışında “otonom” bir alan bırakmak istemiyor!

Sıra kimde?
Tayfun Atay’ın “Meşihat makamı” başlıklı yazısındaki değerli gözlemleri, siyasal İslamın kimi yazarlarında belirmeye başlayan kaygılar, sıranın, “hareketle” devletin bütünleşmesine; Başkan’ın ekonomik danışmanlarının kimi yorumları da, mali kriz pastayı daraltırken sıranın büyük sermayenin elindeki kaynaklara geldiğini düşündürüyor.
Devletle, “hareketin” bütünleşebilmesi için Türkiye siyasal İslamının görece bağımsız iktidar noktalarını temsil eden cemaatlerden oluşan yapısının “hizaya” sokulması, homojenleştirilmesi, tek ve her şeyi kaplayan iktidarın içinde eritilmesi gerekiyor.
Siyasal İslamın egemen sınıfı, dinci entelijansiyanın siyasi ve ekonomik iktidarının, toplumun ekonomik artığından pay alma kapasitelerinin, dine ve topluma ilişkin “kozmolojik” bilginin üretiminin, yeniden-üretiminin denetimine dayandığını birçok kez vurgulamıştım. Bu sınıfın devlet aygıtını yöneten kesiminin ve liderinin, cemaatlerin kendilerine özgün, din, ahlak yorumlarına, yeri geldiğinde, sen “Lâ yuhtî ve lâ yüs’el değilsin” türünden çıkışlarında, katlanması beklenemezdi. Diğer taraftan devlet yönetimini üstlenmiş sınıf olarak hızla kapitalistleşen, dini akidelerin dışına çıktıkları ayan beyan belli kesimin, (ufukta bir ekonomik kriz görünmüşken-pasta küçülürken) hareketin çeşitli noktalarında şekillenebilecek eleştirilere kapıları kapatması gerekiyordu.
Kapitalist birikim sürecinden, birikmiş servetlerden pay alarak beslenen bu asalak sınıf açısından, “pasta küçülürken”, büyük sermayenin, özellikle yurtdışındaki kaynaklarına ulaşmanın giderek yaşamsal bir önem kazandığı anlaşılıyor.
Totaliter devlet inşa süreci tamamlanırken gündeme gelen bu iki adım, siyasette sarsıntı yaratabilecek özellikler taşıyor. Trajik olan şu ki, ana muhalefet partisi, kadroları, düşünceleri, güvenilirliği bakımından tamamen tükenmiş durumda. Sanırım, şimdi, başka şeyler düşünmek gerekiyor!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları