Geçen hafta ABD’de Dow Jones Sanayi Endeksi, ilk kez 16.000’i geçerek tarihi bir rekor kırdı. S&P 500 ve Nasdaq teknoloji endeksi de rekor düzeylere çıkmıştı. Dolayısıyla, hafta kapanırken “balon” tartışmaları çok haklı olarak yine gündeme geldi.
Borsaların bu biçimde hızla yükselmeye başlaması doğal olarak, yeni bir mali kriz olasılığını akla getiriyor. Çünkü ABD ekonomisinde, yeni iş yaratma, gelir artışı, emek piyasasına katılım, ulusal borçlanma gibi “reel ekonomi” alanlarında dikkate değer bir iyileşme yok. Ev piyasasında fiyatlar yine düşmeye başlamış.
Yavaş büyüme, kırılgan ekonomi sorunu yalnızca ABD’ye ait değil. Geçen hafta OECD 2013 yılı için ekonomik büyüme beklentisini yüzde 3.1’den 2.7’ye çekti. Avrupa Birliği’nde en dinamik ekonomilerde bile büyüme oranları yüzde 1 civarında dolaşıyor. Gelişmekte olan ülkeler denen kesimde de büyüme oranları düşüyor.
Balon tartışmalarına yol açan en önemli olgu, tüm bunların FED’in her ay 85 milyar dolar bono satın almaya devam ettiği, yılbaşından bu yana piyasaya bu yolla enjekte edilen miktarın 500 milyar dolara ulaştığı bir dönemde yaşanıyor olması.
Kısacası FED’in parasının talep üretme kapasitesi son derecede düşük kalırken yarattığı likiditenin çoğu mali piyasalara, balon şişirmeye gidiyor.
ABD’nin eski maliye bakanlarından Lawrence Summers’in IMF Araştırma Konferansı’nda dile getirdikleri de sorunun köklerine işaret ediyor.
Eğer ‘balon’ bağımlılığı sorunu
Summers, konuşmasında kriz öncesi dönemden söz ederken “Eğer büyük bir balon (önce teknoloji, sonra ev piyasasında) bile bir talep fazlası (enflasyon basıncı- E.Y) yaratamıyorsa... Eğer talep yapay olarak teşvik edilirken hâlâ talepte bir aşırı şişme göremiyorsanız”; yani balon olmadan ekonominizi yüzdüremiyor, işsizliği azaltamıyorsanız “ekonominizde uzun dönemli yapısal sorunlar var demektir” diyor.
Bu da bizi, Summers gibi neoklasik ekonomistlerin görmeye hiç yanaşmadığı bir gerçeğe getiriyor. Ekonomide üretilen malları ve hizmetleri satmak için toplam talebi, gelir artışına ve üretkenlik artışına bağlı yüksek kâr oranlarıyla destekleyemezseniz, “ekonominin/ sermayenin gemisini” yüzdürmek için mecburen, kredi ile desteklemek zorunda kalırsınız.
Yaratılan kredinin hacmi ile kredi alanların ödeme kapasitesi arasındaki makas açılmaya başlayınca da bir balon oluşarak patlamaya hazırlanır. Ama tüm mali genişlemeye karşın talep fazlası, enflasyonist bir basınç oluşmaz. Çünkü bu sırada, kapitalist işletmeler kârları maliyet kısarak arttırmaya çalıştıklarından, sanayide kronik kapasite fazlası sorunu varlığını korumaya devam eder.
İşte görülmek istenmeyen bu gerçek bize, küresel kapitalizmin 1970’lerden bu yana yapısal bir kriz içinde süründüğünü, bu krizi mali genişlemeyle, balonlar şişirerek öteleme kapasitesini de artık yitirdiğini söylüyor.
Borsalardaki rekor düzeylere dönecek olursak, bunların içinin boş, zeminlerinin kırılgan olduğunu, balonların varlığını ve büyümeye devam ettiğini (FED’in para musluklarını kısma söylentisi bile borsaları hasta etmeye yetiyor), bu gerçekten hareketle kolaylıkla söyleyebiliriz.
Bu balonlar yine mutlaka patlayacaklar. Ancak bu kez, göreli olarak en büyük yıkım halkı değil spekülatörleri etkileyecek, devletlerin mali piyasaları kurtarma kapasitesi de yetersiz (ABD’de federal borçlar 17 trilyon dolar, gelecekte vergi gelirlerinden ödenmesi gerekecek sorumluluklar 50 ile 200 trilyon dolar arasında bir yerlerde) kalacak. O zaman 2007 krizinin ardından gelenden çok daha farklı bir konjonktür oluşacak. Bu kez dünyanın en zengin ve güçlü insanlarının can derdine düştüğünü, devlete dört elle sarıldıklarını, ayakta kalabilmek için her şeyi göze almaya, her türlü çılgınlığa hazır hale geldiklerine şahit olacağız.
Borsaların Keyfi Yerinde. Ekonomiyi Hiç Sormayın
Yazarın Son Yazıları
Türkiye, yıllardır siyasal İslam rejiminin “toplumsal ruh mühendisliği” projesinin baskısı altında yaşıyor.
Erkek fantezilerini meşrulaştıran faşist ve siyasal İslamcı ideolojilerle hesaplaşmadan algoritmaları suçlamak kolaydır ama asıl nedeni görünmez kılan politik bir kaçıştır.
Sağın bu birlik refleksi, ideolojik bir tutarlılıktan değil, son derece sade bir siyasal sezgiden besleniyor: İktidarı istiyorsan yan yana duracaksın.
ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne (UGS) bu kez emperyalizm ve faşizm kavramlarının ışığında bakacağım.
Önümüzdeki dönem dünya siyasetini yalnızca büyük güç rekabeti değil; milliyetçi, hatta uygarlıkçı reflekslerle donanmış yeni bir “teknolojik kapitalizm” biçiminin, faşist ideolojinin küresel ölçekte (öncelikle de UGS’nin, “göç dalgaları altında kimliğini kaybeden, gerileyen uygarlık” olarak tanımladığı Avrupa’ya), dayatılması belirleyecek.
Pazartesi günü, 2026’ya girerken ABD ekonomisinin çok kırılgan, küresel ekonominin resesyon eşiğinde olduğunu vurgulamıştım.
Dünya ekonomisi 2026’ya girerken resesyon sınırında (yüzde 3) yavaşlamaya devam ediyor, riskler ve büyüme önündeki engeller artıyor.
“Komisyon”, hukuki, idari ve anayasal bir zeminden yoksun.
The Economist 1990’larda, bir sayısında, finansallaşma başlarken 10 dev ABD bankasını kastederek “evrenin yeni efendileri” diyordu. Bu bankalar dünya borç piyasasında egemendi.
Serbest piyasa Ayetullahları sevindiler...
Küresel Organize Suç Endeksi’nin 2025 raporu açıklandı. Türkiye 2020’de 6.9 puanla 12. sıradayken bugün 7.2 ile 10. sıraya yükselmiş. Küresel ortalama 5.08. Bu endeks, sadece mafyanın gücünü ya da kaçakçılık hatlarını ölçmüyor; devlet içi yapılardan finansal suçlara, yargı bağımsızlığından ekonomiye sızmış suç ağlarına kadar geniş bir tabloyu ortaya koyuyor.
Küresel ısınma üzerine “Taraflar Konferansı” (COP30) Brezilya’da toplandı.
Emperyalist sistemin ABD, AB gibi merkezlerinin Türkiye gibi çevre ülkelerle ilişkilerinde demokrasi arzusu hiçbir zaman gerçek bir faktör olmadı. Bu ilişkiler her zaman çevre ülkenin ekonomik, jeopolitik açıdan kullanılabilir olma ilkesine dayandı.
Trump’ın başkanlığından hoşnut olmayanların oranı yüzde 60’ı geçti.
Busan’daki Trump-Şi zirvesi, yalnızca iki ülke arasındaki ticaret savaşında geçici bir ateşkes anlamına gelmiyor; aynı zamanda, 21. yüzyılın jeopolitik dengelerinde güç, liderlik gibi kavramların yeniden tanımlandığı bir döneme işaret ediyor. Zirvenin sonunda Trump’ın “12 üzerinden 10’luk bir görüşme” sözleri, Şi’nin ise “Dev gemiyi birlikte yönetiyoruz” vurgusu, ”yeni” bir durumu sergiliyor: Amerika artık “tek süper güç” değil.
Gözlerimizi gerçeğe açmamız gerekiyor.
Z kuşağının emeğin, doğanın, LGBTQ ve kadın haklarının değersizleştirilmesine, ırkçılığa gözetim kültürüne ve kurumsal otoriterliğe karşı zaman zaman isyana varan direnişi, yalnızca bir kuşak çatışması değil, sermayenin denetim kapasitesini sınırlayan tarihsel bir başkaldırı biçimi. Tam da bu nedenle, işletmelerinde kontrolü yitirme korkusu, teknoloji sermayesini giderek demokrasi düşmanı, hatta faşizan reflekslere sürüklüyor.
İsyan ve ekonomik kriz dinamikleri tarihte zaman zaman çakışıyor.
Geçtiğimiz günlerde, Altın 4 bin dolara ulaştı, piyasalarda “Borsa aşırı değerli” uyarıları sıklaştı. Jamie Diamond, Warren Buffet gibi ünlü yatırımcılar bu durumun sürdürülemezliğine işaret ediyorlar.
Gazze’de savaşın yerini alan ateşkes, ilk bakışta bir nefes alma imkânı sundu.
Cuma günü, Aurelien adlı bir yazarın “The cult of can’t” başlıklı denemesine rastladım. Perşembe yazımı okumuş olanların ilgisini çekeceğini düşünerek özetliyorum.
Kapitalizmin merkezlerinde (Anglosakson dünyada) uzun yıllar küreselleşmenin, teknolojinin (özellikle internet ve dijitalleşme) bizi “bugünden daha iyi” (özgür, demokratik, bolluk) günlere taşıyacağı anlatıldı.
Bu kez şanslıyım, önümde iki fotoğraf var. Meclis’in açılışında ve akşamında verilen davet sırasında çekilmiş bu fotoğraflar bugünkü siyasi şekillenmenin, “sağını-solunu”, çok güzel betimliyorlar.
Cumhurbaşkanının ABD ziyareti, MAPEG’in, 33 ilin topraklarını doğrudan madencilik yatırımlarına açması emperyalizm tartışmalarını yeniden canlandırdı.
Bilimde bazen bir sıçrama yalnızca araştırmacıların dar çevresini değil, tüm insanlığın geleceğini etkiler. 2020’de DeepMind’in geliştirdiği AlphaFold sistemi böyle bir andı.
“YZ dünyayı yutuyor” artık abartılı bir iddia değil.
Tsiridis’in çalışmasının en güçlü yanı, somut tarihsel analizleri belgelerle destekleyerek sivil toplumun (çoğunlukla göz ardı edilen) rolünü vurgulaması.
Dünya siyaseti ve ekonomisi, daha önce hiç görülmemiş bir biçimde birbirine benzeşen güç dinamikleriyle şekilleniyor.
Gazze’de yaşananlar, uluslararası medyada sıklıkla “çatışma”, giderek soykırım olarak tanımlansa da Prof. Jiang Xueqin olanların arkasında çok daha karanlık bir gerçeğin yattığını söylüyor.
ABD yönetimi, yeni savunma stratejisi raporunu, (QDR2001), 11 Eylül 2001 “olayının” tozu yatışmadan açıklamıştı.
Endonezya, yaygın protesto gösterileriyle sarsılıyor. Başkent Cakarta’dan ülkenin dört bir yanına yayılan bu olaylar, sadece yerel bir huzursuzluk değil, aynı zamanda küresel kapitalizmin çevre ülkelerde yarattığı derin eşitsizliklerin, devlet şiddetinin bir ürünü. İsyanın temelinde rejimin tüm kilit kurumların, parlamento dahil, içini boşaltmasıyla, demokratik haklarını kaybetmekte olduklarını hisseden geniş kitlelerin tepkisi yatıyor.
“Küreselleşme” yerini parçalanmaya bırakıyor, bir yeni-jeopolitik şekilleniyor.
Trump, seçim kampanyası boyunca, diktatör olmak dahil tüm arzularını açıkça söyledi. Dahası, Heritage Foundation “Project 2025” başlığı altında 900 sayfalık bir faşist devlete geçiş programı yayımladı. Bu program, devlet bürokrasisindeki özellikle de güvenlik bürokrasisindeki, “kurumsalcıları” ve “anayasalcıları” tasfiye ederek yerlerine başkana sadık olanları atamayı planlıyordu.
Uluslararası ilişkiler alanında yeni bir kavram var: “Ekonomik zorlama çağı” (Foreign Affaires).
Peki bu “ekonomik patlama” yaşanırken, insanların yerini YZ ajanları alırken, artan çıktıyı karşılayacak, kârların gerçekleşmesine, alınacak yatırım kararlarına kaynak olacak tüketici talebi nereden gelecek?
Rejim, seçimlerde kaybettiği belediyeleri geri alıyor, CHP’li belediyelerin liderliklerini tutukluyor, CHP’de Özgür Özel liderliğini tasfiye etmeye çalışıyor.
Amsterdam’da 1656 yılının temmuz ayında, 23 yaşındaki Baruch Spinoza, Avrupa’nın en güçlü sinagogunun önünde durdu, içeri girmeden derin bir nefes aldı.
ABD ekonomisinde, stagflasyon, “konut krizi” kaygıları artarken Trump, Ulusal Muhafızları, Washington DC sokaklarında konuşlandırdı...
Yaygın sıradanlaşmış, “veri hırsızlığı, sahte diplomalar (hoş değilmiş ama kazanç helalmiş), sahte imzalar” eşit (etnik) vatandaşlık topolojisi gibi çürüme semptomları üzerinde düşünürken aklıma eski bir yazımın başlığı geldi: “Hazırlıksız yakalanacağız”.
Köyler, dinler, mezhepler, tarikatlar, kabileler, fraksiyonlar...