Aslı Aydıntaşbaş

Mesele NATO ya da Sarraf değil

23 Kasım 2017 Perşembe

İki yıl önce bir grup gazeteci ve sivil toplum temsilcisi olarak İstanbul’u ziyaret etmekte olan dönemin ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’la bir görüşmeye davet edildik. O dönem, Obama yönetimi Ankara’yla iyi geçinmek istiyor ancak Türkiye’de ifade özgürlüğü ve gazetecilerin durumu konusunda kaygılanıyordu. Bu gecikmiş bir kaygı olsa da Biden’ın jesti önemliydi. Görüşmenin büyük bölümünde Biden konuşmuş ve demokrasi ve ekonomik kalkınma arasında doğrudan bir ilişki olduğunu çeşitli örneklerle anlatmıştı.
Bütün bunlar yazıldı, çizildi; zaten de Biden bu görüşlerini ‘dostum’ olarak tanımladığı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a bizzat iletme fırsatı buldu.
Ancak o görüşmeyle ilgili bir detay var ki, sanırım açıklamanın sırası geldi. Biden, Türkiye’nin demokrasi noktasında geriye gitmesinden ciddi oranda Avrupalıları sorumlu tutuyor, Avrupa Türkiye’yi ittiği için “içe kapanma” yani otoriterleşme dönemine girdiğimizi düşünüyordu. Toplantı bittikten sonra ayaküstü sohbet sırasında da bu görüşü yeniden dile getirdi. O esnada orada bulunan son derece kıdemli bir Amerikalı yetkili de lafa girerek “Biliyor musunuz bazı Avrupa ülkeleri kapalı kapılar ardında ‘Türkiye’yi NATO’dan atsanıza’ diye bize lobi yapıyor. Biz bunu tabii ki reddediyoruz” dedi.
O dönem bu lafı kulak arkası ettim. Ayaküstü bir sohbet esnasında söylendiği için yazmadım. Şimdi ise bunun çok önemli bir bilgi kırıntısı olduğunu düşünüyorum. Olayın üzerinden iki yıl geçmiş olmasına karşın yazmaya değer buldum.
Cumhuriyet tarihinin en sıkıntılı dönemlerinden birini yaşıyoruz. İçeride büyük bir sıkışma, muazzam bir demokratik daralma, dışarıda ise Batı ittifakı denilen 1950’lerin başından bu yana üyesi olduğumuz kulüpten sancılı bir çıkış süreci yaşanıyor.
Geçen haftanın konusu Avrupa Birliği, bu haftanın konusu NATO’ydu. Muhtemelen önümüzdeki hafta da Sarraf davasından dolayı ABD ile müttefik ilişkisini tartışıyor olacağız. Ankara’dakiler, aynı 90’lı yıllarda olduğu gibi bütün müttefiklerinin kendisini bölmeye çalıştığını, düşmanlarla çevrili olduğunu, gazetecilerin vatan haini, sivil toplumun ise Batı’nın ajanı olduğunu düşünüyor. Bu komplocu dar çerçeveden bakıp tüm dünyayı bir mayın tarlası, toplumun ciddi bir bölümünü de ‘iç düşman’ olarak görüyor.
Bu halet-i ruhiyede memleket çok kolay manipüle ediliyor, bir yerlere sürükleniyor, uzun dönem çıkarlarını hesap etmeden ileri geri hamleler yapılıyor.
Ancak Türkiye’yi yönetenlerin anlayamadığı temel bir mesele var. O da NATO’da kalmak ya da Avrupa Birliği’nden kopmak değil. Mesele Batı İttifakı denilen yapıdan çıkmak ya da Rusya’ya yanaşmak da değil. Türkiye’nin esas sorunu, içerideki tablo; yani vazonun çatlamış olması. Bundan kastım, hem içerideki iç barışı tüketmiş ve demokrasiyi geriletmiş olmamız, hem de Türkiye’nin yönetim şekli konusundaki konsensüsü kaybetmiş olmamız.
Bu konsensüs çok önemli. İnsanlar size oy vermeyebilir; ancak size oy vermeyenler bile sizin yönetme hakkınızı meşru görmeli. Demokrasilerde bu rıza, toplumun ve sistemin işleyebilmesi için elzemdir. Bu rıza kaybolduğunda, ancak kaba kuvvetle sistemi yürütebilirsiniz.
Korkarım Türkiye’de yaşanan sıkıntı, neredeyse yüzde 50’nin yeni sisteme karşı çıkmış olması, bu yüzden de yönetim biçimi konusundaki konsensüsün bozulmuş olması. Hal böyleyken, ister NATO’dan ayrılalım, ister Şanghay Beşlisi’ne girelim, çok bir şey değişmez. Türkiye demokrasi dışı kalan diğer bölge ülkelerine benzer sıkıntı ve istikrarsızlaştırma hamlelerine açık, sürekli yürekler ağızda dış düşman sayan bir ülke olacaktır.
Tek çözüm, daha da büyümeden o çatlağı yapıştırmak, en azından istikrar adına demokrasiye dönmektir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları