Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın salı günü Meclis’teki “Osmanlı tokadı” konuşması, muhtemelen ABD ile yarım asrı aşan müttefiklik ilişkisinde bir Türk liderin yaptığı en sert konuşmaydı.
Aslında artık karşımızda Batı’nın bir parçası değil, kendi bölgesinde bağımsız bir güç olmaya soyunan ve Batı ittifakı denilen kamptan ortak değerler noktasında uzaklaşan Türkiye profili var; haliyle ABD’yle yavaş yavaş araya mesafe girmesi şaşırtıcı değil.
Tabii ki bu durum, ABD’yle savaşmak anlamına gelmemeli. Fakat nedense krizler yönetilemiyor. 15 Temmuz, YPG’ye Amerikan desteği, Zarrab davası derken Türkiye ve ABD arasında koskoca bir sorunlar yumağı var.
Bu tablonun ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ve Ulusal Güvenlik danışmanı HR McMaster’ın gezileri sonrası da fazla değişmeyeceği yolundaki tahminimi pazar günü yazmıştım. Belli ki Washington YPG/ SDG ile bağını şu an için koparmaya niyetli değil, ancak Ankara ile gerilimi düşürmek için bir formül arıyor. Mınbiç’ten çekilme karşılığı SDG’nin Cenevre’deki anayasal sürece dahil edilmesi, bu formüllerden biri olabilir. Ya da Washington, geçmişte de yaptığı gibi, “Siz YPG’yi görmezden gelin, biz size PKK’yle mücadele konusunda yardımcı olalım” diyerek Sincar (Irak) veya Kandil’de Türkiye’ye operasyon konusunda yeşil ışık yakabilir, hatta üst düzey PKK’lilere yönelik istihbarat vaat edebilir.
Ancak bunlar, gerçekçi formüller değil. Belli ki ABD başkentinde ilişkileri düzeltmek için ‘parlak fikir’ arayışları devam ediyor.
Dün ikili ilişkiler konusunda okuduğum Washington çıkışlı iki farklı rapor, taban tabana zıt fikirler ortaya atıyordu. Obama döneminde Dışişleri Bakanlığı’nda üst düzey görev yaptıktan sonra halihazırda Brookings Enstitüsü’nde çalışan Amanda Sloat, ‘Batı’nın Türkiye İkilemi’ başlıklı oldukça kapsamlı ve detaylı raporunda, Washington’un önündeki Türkiye’ye dair 3 seçeneği şöyle tanımlıyor: Terk etme (Abondonment), Al-ver ilişkisi (Transactional) ve daha sık bir diyalog üzerine kurulu Angajman (Engament). Sloat’a göre, evet Türkiye otoriterleşiyor; ancak bu durum Ankara’nın bazı kaygılarının meşru olmadığı anlamına gelmiyor.
Sloat, Türkiye’nin gidişatını çok net resmetmesine karşın, en doğru yolun sabırlı ve uzun soluklu bir stratejiyle Türkiye’yle dahafazla diyalog olduğunu savunuyor. Özellikle ekonomik ve sivil toplum bazında diyalog ve bürokratik temasın artmasını öneriyor. Ezcümle, “Türkiye’nin kopup gitmesine izin vermeyelim” demeye getiriyor.
Ankara’daki eski ABD Büyükelçisi Eric Edelman ise, Obama hükümetinin en tepe isimlerinden Jake Sullivan ile birlikte kaleme aldığı makalede, tam tersine Ankara’ya karşı çok sert bir tutum takınılması gerektiğini savunuyor. Politico’daki “Türkiye kontrolden çıktı” başlıklı yazıda, Trump yönetiminin Ankara’yla siyasi gerilimden kaçınmaması, Mınbiç’te ABD askeriyle savaşmanın sonuçlarının ne olacağının şimdiden Türkiye tarafına anlatılması, hatta gerekirse şimdiden savunma sanayii, mali sektör ve yolsuzluğa bulaştığı düşünülen bazı üst düzey yetkililere ekonomik ambargo uygulanmasını salık veriyor. Makale, bu sert politikaların sonucunda Washinton’un Ankara ile, Rusya’nın Türkiye’yle kurduğu tatlı-sert ilişki biçimine benzer bir dinamik yakalayacağını savunuyor.
Gördüğünüz gibi sadece bizlerin değil, Washington’un da kafası karışık. Bir yandan Türkiye’nin elinden tutarak makul bir çözüm bulunmasını isteyenler, diğer yandan da Ankara’ya karşı en etkin siyasetin sert yaptırımlar olduğunu savunanlar...
Kaşla göz arasında buraya nasıl geldik bilmiyorum. Ancak şunu biliyorum: Türkiye’nin geleceğini sadece bizim burada ne yaptığımız değil, biraz da Washington’daki bu tartışmanın hangi istikamette şekillendiği belirleyecek...
Washington’daki Tartışma
Yazarın Son Yazıları
Yaklaşan facia
Yalancı bahar mı ikinci bahar mı?
Bu mu devlet aklı?
Lale Devri bitti!
Mutsuzluk beter umutsuzluk daha beter
Avrupa ile yakınlaşmak için
Trump, Brunson’la ilgili ne demiş?
Alis harikalar diyarında
Türkiye ile ABD arasında tarihin en büyük krizinde gerilim düşüyor. Henüz bir “el sıkışma” olmasa da, Brunson krizinin nasıl aşılacağı konusunda bir formül yavaş yavaş şekillenmeye başladı. Formül, iki ülkenin de aylardır konuştuğu “Andrew Brunson-Hakan Atilla” takası. Brunson’ın ABD’ye gönderilmesi karşılığında Atilla bir süre sonra Türkiye’ye gelecek.
Brunson yaptırımları ve devam eden pazarlıklar
Brunson’la takas fikri kimden çıktı
Al Papaz’ı ver Halkbank’ı
Sessizlik
Bir demokrasi kendini nasıl savunur?
Batı’yla pazarlık
Osmanlı bu değildi
Yeni dönem ne olur?
Dünya karıştıkça biz geriliyoruz
Hüzün
Sonuçlara bir de böyle bakın
Kazanacağız
25 Haziran Türkiye’si
Emanetim sende saklı
İki seçim arası
MERKEL: Kendine gel! TRUMP: Dükkân benim
Oyun büyük
Ver Papaz’ı, Al Münbiç’i
Ben sana iktidar olamazsın demedim...
Sessiz çoğunluk
Burası Rusya değil kardeşim
Ne yapmalı?
Dip dalga ne gösteriyor?
Baskıda kaosa geçiş süreci
Dışarıda olan seçimi nasıl etkiler?
Attım bunu cebe
Bilinenler, bilinmeyenler
Piyesin son sahnesi
Diktatörlüğün sıradanlaşması
CHP’nin zor kararı
İki çift lafım var...