Aslı Aydıntaşbaş

Baskıda kaosa geçiş süreci

17 Mayıs 2018 Perşembe

Şimdi karşımızda şöyle bir risk var: Karanlık baskı döneminden doğrudan kaotik bir çöküşe doğru ilerlemek.
2015 ortasından bu yana ülkemizi tüm dünya önünde ayıplı hale getiren istibdat rejiminin artık son demlerini yaşadığımızı düşünüyorum. Aşırı iyimser falan değilim. Toplum, sistem, ülke, artık daha fazla baskıyı kaldıramayacağını gösterdi. Normalde kasım seçimlerine göre yüzde 61.5 olması gereken AKP+MHP oyu, bugün yüzde 50’nin altında gözüküyor.
Bütün bunlar, iktidara artık bu koca ülkeyi baskı ve korkuyla yönetemeyeceğini gösterdi. Merak etmeyin; anladılar. Vicdan değil oy kaybı sayesinde. Bu yüzden mahcup AKP’liler çıkıp ‘Bence de Selahattin Demirtaş’ı bırakmak lazım’ diyor; Cumhurbaşkanı ‘daha çok demokrasi’ vaat ediyor; AKP kurmayları seçimden sonra AB normlarına dönmekten falan söz ediyor.
Buraya kadar güzel. İstibdat rejiminin artık ‘sürdürülebilir’ olmadığı; Türkiye’nin bu çağda 1950’ler Baas Parti modeliyle yönetilemeyeceği görüldü. Korku kalmadı. İnsanlar konuşuyor, şikâyet ediyor, her kanalda günde 2-3 defa Cumhurbaşkanı’nın konuşmalarının canlı yayımlanması da fayda etmiyor.
Aklı olan herkes bunu gördü.
İyi.
Ancak maalesef demokrasiye dönmek, o kadar kolay olmayacak. İktidar seçim sonrası bu ülkeyi yönetebilmek için ‘yumuşaması’ ve ‘normalleşmesi’ gerektiğini görse dahi, karşımızda bir enkaz var. Bu lafı öylesine kullanmıyorum. Demokrasiyi ayakta tutan ‘kurumlar’ çökmüş durumda. Ne Merkez Bankası kaldı, ne RTÜK ya da Milli Eğitim Bakanlığı. Kalitesizlik diz boyu. Yargı zaten sizlere ömür.
Memleketin bürokrasisi, Anadolu’da ufak ölçekli bir işletmede depo müdürü olabilecek seviyede insanlara emanet. Bu çok kötü. Türkiye’nin hak etmediği ölçüde vasıfsız insanlar, sadece ‘devletçi’ ya da ‘yandaş’ diye bürokrasinin çarklarına oturtuldu.
Ha deyip demokrasiye dönmeye niyet ettiğinizde (ki başka alternatif olmadığı ortada) devletteki değişimi sağlayabilecek kadrolar yok artık.
Üstelik inanılmaz bir hukuki karmaşa var. Alelacele hazırlanan başkanlık sistemi, hukuki boşluk ve çelişkilerle dolu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilelebet Türkiye’yi yöneteceği mantığıyla hazırlanmış, ancak Erdoğan’ın bile Türkiye’yi yönetmesini zor kılan bir anayasal model bu. Çünkü ‘başkan’ figürünü 84 milyonluk ülkenin ‘belediye başkanı’ olarak gören bir mantığı var. Steve Jobs’u mezarından çıkartıp Beştepe’ye oturtsanız bile bu berbat anayasayla böyle dinamik bir toplumu yönetemez.
Türkiye’nin işi çok zor.
Karşımızdaki ekonomik kriz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bloomberg’e verdiği bir röportajın piyasaları yarım saat içinde altüst etmesi, ‘Ey dolar, ey faiz, düşün hemen!’ demenin savcıya talimat vermek gibi kolay olmadığının görülmesi, hepimizi sancılı günlerin beklediğine işaret.
Seçim sonrası işimiz daha da zor. Binali Yıldırım’ın kabinede nadiren de olsa uygulamayı denediği ‘denge-fren’ rolünü bile özler olacağız. İktidar çevreleri, “Ekonomideki sıkıntılar, dış güçlerin oyunu. Seçimden sonra her şey iyi olacak” diyor. Ancak bu doğru değil. Tam tersine asıl kriz, seçimden sonra.
İktidarın bu ağır ekonomik kriz karşısında yapabileceği tek şey, bir an önce mali disipline gitmek, bol keseden harcamaları kesmek, ekonomiyi soğutmak, faiz ve enflasyona şok önlemler getirmek, OHAL’i kaldırıp yatırım ortamını düzeltmek ve nihayetinde demokrasiye dönmek.
Benim korkum, ‘Tamam’ deyip bunu denemeye niyet etseler dahi, ki ister istemez buraya gelecekler, bu acı reçeteyi uygulayabilecek bürokratik kadroları yok.
Çünkü 21’inci yüzyılda yeni ve güçlü bir Türkiye kurmak değil Twitter’da kimin ne yazdığını takip etmekle meşgul olan bir devlet var. Ve ülke bu yüzden istibdattan kaosa sürüklenebilir...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları