Aslı Aydıntaşbaş

Ben sana iktidar olamazsın demedim...

03 Haziran 2018 Pazar

Geçenlerde sohbet ettiğim bir siyaset bilimci, AKP+MHP ittifakının günlük ihtiyaçları çerçevesinde yalapşap şekillendirilmiş yeni başkanlık sisteminin, bir cins parti-devlet yapısına dönüşeceği tahmininde bulundu. Tarif ettiği, yıllarca Ortadoğu’da hüküm süren Baas Partisi’ne benzer bir yapıydı. Arap milliyetçiliği yerine Sünni muhafazakârlık ve Türkçülük odaklı bir cins “İkinci cumhuriyet” modeli.
Hayır bu olmaz, dedim.
Türkiye’nin geleceğinde Baas Partisi benzeri, tam teşekküllü bir parti-devlet yapısı yok. Birileri bunu arzulasa dahi olmaz.
Seçimlerin sonucu ne olursa olsun, bu ülke tarihin akışını geri çeviremez, çünkü Türkiye kadar çoğulcu ve karmaşık bir yapı, tek bir kimliğe dayalı bir yönetim modelini kaldırmaz. Baas modeli, doğru dürüst seçimlerin olmadığı, ‘birey’ olgusunun daha belirginleşmediği, sosyal hakların olmadığı, toplumların dünya sistemiyle entegre olmadığı bir döneme aitti. Kalmadı artık böyle bir dünya.
Bugün Türkiye’yi yönetenler istese de, ülkenin öteki yarısını’ dışlayan bir sistem kuramazlar. Denerlerse, herkes zarar görür. Toplamı Türkiye nüfusunun yarısına tekabül eden demokratları, liberalleri, solcuları, laikleri, Kürtleri, Alevileri, azınlıkları, iş dünyasını, akademisyenleri, avukatları, doktorları, kısaca AKP+MHP koalisyonu dışında kalan kesimleri baskılayarak bu ülkeyi yönetmek, mümkün değil.
Yüzde 50 orada dimdik ayakta olduğu sürece (ki buhar olmayacak ya!) bu ülkede diktatörlük mayası tutmaz.
Ancak katılımcı bir demokrasi kurulmazsa, mevcut ‘itiş kakış’ elbette devam eder.
Türkiye açısından en büyük risk, Suriye ya da Mısır gibi seçimlerin göstermelik olduğu bir ülke modeli değil, Venezüella gibi bölünmüş ve kutuplaşmış, her daim itiş kakış yaşayan bir ülkeye dönüşmektir.
Acil bir restorasyon ve demokrasiye dönüş programı gelmezse, Türkiye Venezüella gibi ilelebet istikrarsızlık sarmalında kalabilir. Ondan sonra seçim kazanmışsınız, kaybetmişsiniz, barajmış, Meclis’miş, hiçbir önemi kalmaz. Harala gürele gideriz.
Hiç izliyor musunuz bilmiyorum ancak ben göz ucuyla Venezüella’da yaşananları ibretle takip ediyorum.
2013’te kanserden ölen Hugo Chavez, geçmişte başarısız bir darbe girişiminde yer almış ancak sonra seçimle başa geçmiş popülist bir liderdi. Kimilerine göre diktatör, kimilerine göre kahraman. Chavez sosyalizm diye diye Batı’yla kavga etti, ülkedeki sermayeyi kaçırdı. O öldükten sonra gelen Nicolas Maduro, aynı yoldan devam etti ama desteği daha da azdı. Yargıyla, Meclis’le, Batı’yla kavga etti; elitleri hedef aldı. Eğitimli kesimi düşman gördü. Her türlü anti-demokratik hamleyle muhalefeti sindirmeye çalıştı. Ama tam da başaramadı.
Chavez öldüğünde, ülke tam ortadan bölünmüştü. Maduro döneminde itiş kakış devam etti. Muhaliflere baskı, tutuklamalar, devletin kurumlarını iğdiş etme çabası derken, Venezüella ağır bir ekonomik krize girdi. Bugün enflasyon, yüzde 12 bin civarında! Sermaye çoktan kaçtı. Fabrikalar kapalı. Petrolü var satamıyor. Ülke, açlık sınırında.
Gel gör ki Maduro’nun seveni de çok. Batı karşıtı söylemi, sokaktan gelmiş olması, halkın bir kesiminde popüler. Ayrıca çok iyi rant dağıtıyor.
Bu ay Maduro, muhalefetin daha da palazlanmasını engellemek için baskın seçime getti. Gıda karnesi karşılığında oy istedi. Muhalifler, gazeteciler yine hapse atıldı. Muhalefet partileri, seçimleri boykot etti. Maduro yüzde 48 katılım oranıyla, 6’ncı kez yeniden seçildi.
Ama ne fayda. Bu itiş kakış Venezüella gibi güzelim bir ülkeyi yok etmiş durumda. Maduro seçim kazanmış olsa da rahat edemeyecek. Ülkede kendisine itiraz eden büyük bir kesim var. Buhar olmayacaklar. Bir enkaz yarattı, şimdi onu yönetecek. Ülke aslında yönetilemez durumda.
Bütün bunları hem iktidara, hem de muhalefete söylüyorum. Bakın Venezüella örneği duruyor. Bu kutuplaşmanın, bu itiş kakışın kazananı olmaz. Demokrasiye dönmezsek, bu ülkeyi toparlamazsak bizi de bekleyen model bu fetret devridir.
Aman ha!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları