Ayşe Emel Mesci

Ah bir bilsek, bir bilsek...

08 Eylül 2014 Pazartesi

Çehov gelecekten umutluydu ve kaybolan geçmişe belli bir ironiyle bakıyordu. Peki ya biz? Biz kendi zamanımızın değişen ruhunu nasıl yaşadık ve yaşıyoruz? Bütün o acıları neden çektiğimizi öğrenebilecek miyiz çok geçmeden?

Çocukluğumun sokaklarında dolaşırken bu sorular takılıyor aklıma, bir yanımda Hz. Hüseyin’in “Ölmek yenilmek değildir” repliği, diğer yanımda “Ah bir bilsek, bir bilsek…” dileği.

Çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği semtteyim bir süredir. İBŞT’de Ali Berktay’ın “Kerbela”sının provalarını sürdürürken İTÜ’nün Sosyal Tesisleri’nde kalıyorum. Hemen yanımda ilkokulum, onun yanında ortaokul ve lisem… Provadan tesislere dönerken sanki çocukluğum yanı başımda koşuşturuyor bazen.
Maçka-Teşvikiye, İstanbul’da mimari dokunun en iyi korunduğu semtlerden biri olmalı diye düşünüyorum. Okuldan çıkıp eve dönerken önünden geçtiğim ne kadar bina varsa, herhalde tamamına yakını ayakta duruyor yine. Ama benim içimdeki zamansal mekân tamamen değişmiş durumda. O binaların, parkların arasından geçtikçe, o sokaklarda yürüdükçe canlanan anılar, kendilerine fırtınada, tipide sığınacak yer bulamamış serçeler gibi dönüp duruyorlar bilincimde, ruhumda…

Zamanın ruhu
Bunun sadece insanın kişisel tarihiyle ilgili bir yitirme duygusunun sonucu olduğunu düşünmüyorum. O da bir etken tabii ki; “Ah, ah, bizim gençliğimizde...” diye başlayan cümlelerin bir kişisel devrin, hatta belki de en güzelinin bir daha geri dönmeyecek olmasına hayıflanmayı da içerdiği yadsınamaz. Ama burada asıl konu bu değil; kopuş sadece kişisel tarihler düzeyinde yaşanmıyor. Bana öyle geliyor ki bu memlekette zaman denen nehrin ruhu çok ciddi bir biçimde değişti. Bu söylediğimi günlük siyaset, ekonomi, göçler, vb. düzlemlerinde ele almayın, çok daha toptan bir kırılma yaşanıyor ya da uzun süredir fay hattında biriken gerilimin somut sonuçlarını yeni görmeye başlıyoruz.
Tekrarlamamda yarar var: Siyasi iktidarların değişimi düzeyinde bir kırılmadan, güncel politikadan, vb. bahsetmiyorum. Çok daha ciddi ve çok daha derin bir değişim bu.
Evet, benim kuşağımın, hatta bizden bir kuşak sonrasının da hemen hemen tüm ömrü, Türkiye’de “zamanın ruhu”nun çok ciddi bir dönüşüm geçirdiği bir döneme denk geldi. Kırılma büyük oldu.

Çehov oyunları ve biz
Anton Çehov, kendi yaşadığı çağdaki bu tarz bir dönüşümü yapıtlarına en duyarlı biçimde yansıtmayı bilmiş yazarlardandır. Kendi oyunlarıyla ilgili bir değerlendirmesi bu bağlamda daha da ilginç bir hal alıyor: Çehov “Vişne Bahçesi”nden “Oyun dramdan çok bir komedya, hatta yer yer güldürü oldu” diye söz ederken “Üç Kızkardeş”in ilk okuma provasını ise Stanislavski’ye göre şu nedenden ötürü terk ediyor: “Çehov neşeli bir komedya yazdığını düşünürken herkes okuma sırasında oyuna dram gözüyle bakıp ağlamaya başlamıştı. Bu nedenle Çehov da oyununun anlaşılamayıp başarısızlığa uğradığına inanmıştı.”
Çehov, bir “zaman”ın geri dönmeyecek bir biçimde yitip gittiğini çok derinden duyumsamış ve bunu inanılmaz bir başarıyla yansıtmasını bilmişti. Ama Çehov, gidenin yerine gelenden umutluydu. “Üç Kızkardeş”in finalinde Olga’nın şu sözleri bunun göstergesiydi: “Zaman geçecek, bizler de sonsuzca ayrılıp gideceğiz yaşamdan. Yüzlerimiz, seslerimiz, kaç kişi olduğumuz, hepsi unutulacak. Ama acılarımız, bizden sonra yaşayacaklar için sevince dönüşecek; mutluluk, dirlik, düzenlik egemen olacak dünyaya. (...) Bando nasıl da neşeyle, sevinçle çalıyor. Öyle geliyor ki bana, neden yaşadığımızı, bu acıları neden çektiğimizi öğreneceğiz çok geçmeden. Ah bir bilsek, bir bilsek!”
Çehov gelecekten umutluydu ve kaybolan geçmişe belli bir ironiyle bakıyordu. Peki ya biz? Biz kendi zamanımızın değişen ruhunu nasıl yaşadık ve yaşıyoruz? Bütün o acıları neden çektiğimizi öğrenebilecek miyiz çok geçmeden?
Çocukluğumun sokaklarında dolaşırken bu sorular takılıyor aklıma, bir yanımda Hz. Hüseyin’in “Ölmek yenilmek değildir” repliği, diğer yanımda “Ah bir bilsek, bir bilsek…” dileği.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları